dore okulları
Malatya
29 Mart, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.39
  • EURO
    35.10
  • ALTIN
    2326.6
  • BIST
    9122.28
  • BTC
    70416.8$

’’Kimi çeker halıya, kimi çeker çalıya’’

20 Şubat 2022, Pazar 09:22
"Kimi çeker halıya, kimi çeker çalıya"

Hayırlı pazarlar değerli okurlarım ve karikatürlere bakanlarım. 

Size göre yedi koskoca gün, uzun bir zaman. Benim için ise 1 haftacık. Hemen geliyor. Konuydu, yazıydı bunlar neyse. Ama bir de karikatüristin gönlünü edip ilham perilerine yardımcı olup çizimlerin de yetişmesini sağlamak. En zor kısmı orası.

2003 yılında Irak’ta bulunan Hanefi fıkhının kurucusu İmam–ı Azam Ebu Hanife’nin türbesi ve camisinin içinde yer aldığı külliye, Amerikan bombardımanında büyük hasar görmüştü. Camiye sabah namazından önce saat 5’te baskın düzenleyen Amerikan askerleri caminin içinden de girme imkânı olduğu halde İmam–ı Azam türbesinin kapısını roketle havaya uçurmuşlardı. Türbe giriş kapısında yarım metreye yakın oyuk açılmıştı. Saldırının arkasında sembolik de olsa İslam dünyasına gözdağı verme amacı yatıyordu. Saldırının haberleri akşam televizyonda söylendiğinde ülkemizde de büyük bir infial yaşanmıştı. İstanbul'daki okurlarımdan Sait hükümette yukarılardan birine ulaşma çabasında başarısız olunca tanıdık bir doğu milletvekiline ulaşıyor. Durumu telaş içinde anlatıp "Bir şeyler yapılması gerektiği"ni söylüyor. Milletvekili:



-"Saitçiğim, Reis'e ulaşıp şöyle yapalım demem doğru olmaz. Bekleyip göreceğiz. Zaten ben bir milletvekili olarak bu konuda ne yapabilirim ki?" deyip telefonu kapatmaya yöneliyor. Sait okurum ısrarcı:

-"Ne mi yapabilirsin söyleyeyim. ABD'nin bir İslam büyüğünün türbesine kasti yaptığı bu saldırı karşısında sözünün geçmediği, tepki verilmeyen partinden ve Milletvekilliğinden İSTİFA eder ve milletin kalbinde başköşeye oturursun!"

Tabi o iş öyle olmadı. Günü kurtarmak günün kahramanı olmanın önüne geçince olmuyor. Olmaz da. “Kimi çeker halıya, kimi çeker çalıya”

Bazı şeyler günlük siyasetle ölçülüp tartılmamalı. Tepkimizi verebilmeliyiz. 

Bundan çok uzun yıllar önceydi. TRT’nin tek televizyon olarak cirit attığı yıllardı.
Televizyonda o kadar aşırı kilise filmleri vardı ki, TRT adeta misyonerlik merkezi gibi idi. Milli olan, bize ait hiçbir yayın yer almıyordu. Bu yayınları protesto etmek amaçlı olarak üniversiteden gençler TRT genel müdürlüğünü arayıp ulaşabildiğimiz yetkiliye protestomuzu sesli olarak iletiyorduk. İçlerinde Trabzonlu Remzi kardeşimin de olduğu 3 kişilik arkadaş grubu da okul çıkışında boş buldukları telefon kulübesine girip jeton atıp protesto görevlerini yapacaklardı. İlk ikisinden sonra sıra Remzi'ye gelmişti. Remzi cebinden büyük jetonu çıkardı. Tam makinaya atacağı zaman arkadaşları: 

-"Ne yapıyorsun. Konuşacağın 2 cümle. Neden büyük jeton atıyorsun?" 

Remzi yüzünde sinsi bir gülümsemeyle:

-"Trabzon'dan arıyormuşum gibi yapacağum" demişti. 
***


Siz hemen kahkahayı basıp Remzi'yi ti ye almayın. Bu Remzi'nin ince zekâsından süzülen kelimeler. Çünkü cebindeki tek jeton o büyük jetonmuş. Ya onunla konuşacak, ya da hiç konuşmayacakmış. Konuşmayı tercih etmiş. Biraz da çevresini neşelendirmiş o kadar.
***
Gene uzun yıllar öncesinden bir olayla devam edeceğim. 

Medyanın, gazetelerin bu kadar yaygın olmadığı zamanlardan birinde bir profesör şehir şehir dolaşıp konferanslar verirmiş.  Yeni bir şehre giderken Profesörün şoförünün aklına bir fikir gelmiş.

-"Sayın hocam. O kadar şehirde konferanslar verdiniz. Ben de salonlarda hep sizi dinledim. Artık konuları o kadar ezberledim ki sizin yerinize geçsem konferansı başarıyla sonuçlandırırım. Nasıl olsa sizi sima olarak kimse tanımıyor. Siz de baya bi yorgunsunuz. Ben çıkar konuşurum, siz de şoförüm olarak kenarda dinlersiniz. Nasıl olur?"

Fikir profesörün aklına yatmış. Şehrin girişinde yer değiştirmişler.  Profesör şoför olmuş. Şoför de profesör. Karşılamalar, tanışmalardan sonra sözde profesör olan şoför çıkmış, konuşmaya başlamış. Muazzam akıcı. Gerçek profesörün anlatımıyla, kelimesi kelimesine aynı. Konuşma bitmiş. Alkışlar. Sözde profesör tam kürsüden inecekmiş ki salondaki gençlerden biri bir soru sormuş. Sözde profesör için kazık sayılabilecek bir soru. İş soruya gelince küçük bir kitlenme yaşamış. Profesörle şoför göz göze gelmiş. Gerçek profesör telaşlanmış. Bütün konferans güme gidecek. 

Kürsüdeki sözde profesör soruyu soran gence dönmüş ve:

-"Bu kadar basit soruları sormanız beni şaşırttı. Bunun cevabını benim şoförüm bile verebilir" deyip sözü sözde şoförüne devredip kürsüden inmiş.



Değerli okurlarım. Geçen pazar baba kahvaltısında Hatay usulü soslu, sucuklu, salamlı dürüm yaptım. İlk defa yaptım. Oldukça da başarılı oldu. Çok harika bir lezzet yakaladım. Ben bile başardıysam sizler hayda hayda başarırsınız. Öncelikle iki kaşık salçaya karabiber, kekik ve kırmızı pul biberi damak lezzetinize göre katıp, sıvı yağda kıvama getirin. İlmik helvasının kıvamına geldiğinde bir bardak su katıp kaynamaya bırakın. Daha sonra bunu fırça ile lavaşların tek yüzüne sürün. Lavaşları üst üste yerleştirin. Sucuk ve salamı tereyağında kavurduktan sonra ince dilimlenmiş domatesi de katın. Onlar kaynaşırken ocağınızın diğer gözünde de uzun ince dilimlenmiş patatesleri kızartın. Bütün bunları lavaşın orta yerine yerleştirin. Üzerine de rendelenmiş kaşarı serpiştirin. Lavaşları yuvarlayıp dürüm şekline getirin. Dürümün açılıp dağılmaması için de uç kısımlarına dışarı taşmayacak kadar kaşar parçaları koyup varsa tost makinasına, yoksa bir tavaya koyup üzerine de temiz bir başka tava tabanıyla hafif baskı uygulayıp kıvama getirebilirsiniz. 

Diyeceksiniz ki “okuması 10 dakika sürdü. Yapması kim bilir ne kadar sürer?”

Okuması zor ve meşakkatli. Yapmak daha kolay. Başlandı mı hemencik bitiyor. Bitince de hemencik bitiyor.

Kalın sağlıcakla.