dore okulları
Malatya
19 Nisan, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.75
  • ALTIN
    2491.3
  • BIST
    9524.59
  • BTC
    62150$

’’Sizi teselli için burada değilim!’’

13 Şubat 2022, Pazar 09:25
"Sizi teselli için burada değilim!"




Merhaba gazetemizin okurlarının benim makalemi tıklayıp okuyan kısmı. İyi bir hafta; iyi bir Pazar makalesinin motivasyonu ile gerçekleşir. Bu sebeple makalemin okunması hem bana, hem size fayda getirir. Zaten Pazartesi sendromuna faydaları olduğu da tıp adamlarının tespitlerinden (Dr. Mecnun bey bunu belgeledi). Bizim okuyucularımız Pazartesi sendromu yaşamazlar yani. 

“Tıp” deyince sevdiğim bir dostum, arkadaşım rahatsızlanmıştı. Doktorlar, tahliller derken kanser olduğu ortaya çıktı. Tedaviler başladı. Arkadaşım anlatıyor:

-“Sorma Ersoy abi. Arkadaşlar, çevrem bu duruma benden çok üzüldüler. Beni teselli etmek için arayanlar, soranlar, bizzat evime kadar gelenler oldu. Beni teselli için gelen arkadaşlarımdan ikisi covit’ten dolayı vefat etti. Yani ölüm bana daha yakın sanırken bu işin sırası olmadığını gördüm”



Şair Osman Arslan’ın beytinde dediği gibi;

“Yanar mıydı bu yürek çırasız?
Doğum sırasıyla, ölüm sırasız”


 Allah Turan kardeşime sağlık versin. Güzel ve huzurlu bir ömür versin inşallah. Ona şifalar diliyorum.
***
Askeriyede nöbetten çıkan bir er, sigarasını yakmak için elini cebine attı. Kibriti bitmişti. Karanlıkta önüne ilk çıkandan bir kibrit istedi. Adam çakmağını çıkarıp erin sigarasını yakması için yüzüne doğru uzattı. Alevin ışığında karşısındakinin general olduğunu fark eden er birden şaşırdı. Kekeleyerek: 

-“Affedersiniz, efendim” dedi. “Karanlıkta sizin bir general olduğunuzu fark edemedim.” 
General tok bir sesle cevap verdi:

-“Dua etki, karşına bir General çıktı. Eğer bir çavuşla karşılaşsaydın, başına geleceği görürdün!”



Rütbe yükseldikçe nezaket ve insaf da artıyor. Ama bazen tam tersi durumların yaşandığını da gördük. Yanılmıyorsam Balyoz davalarından biriydi. Davanın ne için, kime açıldığı, sonuçları falan bizim makalemizin konusu değil. Orada gördüğüm bir manzaraydı beni üzen. Yargılanan Orgenerallerden biri olan Çetin Doğan yargı sırasını beklerken oradaki koruma askerlerine ayakkabısının tozlarını sildirmişti. Askerler eğilip bu sözde Orgeneral’in ayakkabısını siliyordu. Bu iğrenç bir manzara idi. O sözde generallerin rütbeleri söküldü. Ha! o ve benzeri olaylar bitti mi bilmiyorum. İnşallah bitmiştir.



Askerliğimin acemilik kısmını Polatlı Topçu okulunda Yedek subay öğrenci olarak yapmıştım. Askerde yemeklerden hep şikâyet edilir, ama rütbeli olduğumuz için yemeklerimiz güzeldi. Sadece meyveler çok kötü geliyordu. Çoğu çürük çarık meyveler genelde yenmiyor masada kalıyordu. Şikayetler bir yere kadar gidiyor sonra hasıraltı ediliyordu. 

Okul komutanının bizimle öğle yemeği yiyeceği haberi geldi. Yemekhaneye girdiğimizde masalar örtü görmüş, metal bardaklar cam bardaklarla yer değiştirmişti. Albayımızı beklerken Özcan Yüzbaşımız masamıza geldi ve:

-“Arkadaşlar, meyvelerimiz nasıl? Gene çürük ve bozuklar mı?”

-“Var arada çürükler komutanım.”

-“İyi. En çürükleri ayırın bakalım.”


Yüzbaşımız birkaç masadan topladığı çürük ve bozuk meyveleri bir tabağa çürükleri görünmeyecek şekilde dizdi. Tabağı götürüp Albay’ın masasındaki meyvelerle değiştirdi. Albayımızın masasındaki pırıl pırıl meyvelerini de getirip bizim masaya bıraktı. 
Birkaç dakika sonra Albayımız geldi. Selamlaşma ve seramoniden sonra yemek başladı. Hepimiz bu anlamsız meyve değişiminin sonunda ne çıkacağını çözmeye çalışırken, yemeğini bitiren Albayımız meyve tabağına uzanıp bir elma aldı. Bir yandan da yanındakilerle konuşurken meyvenin çürük olduğunu görüp geri bıraktı. Bir diğerini aldı. Altını çevirdiğinde onun da çürük olduğunu gördü.  Ayağa kalktı, meyve tabağını alıp masaya devirip hepsine baktı. Çok gür ve sinirli bir sesle:

-“Çağırın bana şu satın almacı subayları!”



Kıyamet koptu. Subaylar görevden el çektirildi. Bir daha da masamıza çürüklü meyve asla gelmedi. 

Meşhur çizerlerimizden Orhan Akcan benim asker arkadaşımdı. İkimiz de aynı okuldan mezun olup askerliğe de aynı yerde birlikte başladık. Teslim olduğumuzda bilgiler kaydedilirken Resim öğretmeni olduğumuzu öğrendiğinde Özcan yüzbaşım hemen benim ve Orhan’ın kolundan tutup:

-“Bunları benim bölüğüme yazın” dedi.

Aradan birkaç gün geçince bizi çağırttı. Odasına gittiğimizde bize:

“At resmi çizebilir misiniz? Yağlıboya tablo olarak.”

Meğer yüzbaşımız at resimlerine hastaymış. Ben o işte hiç de iyi olmamama rağmen, biraz da Orhan’a güvenip “At resmini çok güzel çizeriz. Okul döneminde de bu konuda çok çalışmamız vardı komutanım” dedim. Bizi aldı kütüphaneye götürdü. Yanımıza bir kutu getirdi. İçinde boyalar fırçalar tuvaller vardı.

-“Alın size malzemeler. Kapıyı içerden kilitleyin. Burada çalışın. Eğitime ben çağırmadan da gelmeyim. At tabloları istiyorum sizden.”

Orhan’la kitaplara baktık. At resimleri bulduk. Çalışmalara başladık. Aşırı sıcaktı. Biraz bunalıp parkaları çıkardık. İçimizdeki yeşil atletlerle bile içerisi sıcaktı. “Pencereyi açalım da biraz serinleyelim” dedik. Penceremiz eğitim alanının hemen dibindeymiş. Dışarda müthiş bir tipi vardı. Arkadaşlarımız yarı kardan adamlar olarak, ellerinde tüfeklerle süngü eğitimi yapıyorlar. Biz ise sıcaktan bunalmış olarak pencereyi, açınca göz göze geldik. Hemen kapatıp işimize döndük. Krallık 4 gün sürdü. Bizi eğitime aldılar. Polatlı soğuğundan mahrum etmediler sağ olsunlar.

Erkeklerin askerlik anıları anlatmakla bitmezmiş. Ama içinizde askere gitmemiş olan varsa at resmi çizmeyi öğrenip gitsinler. Bizim at resimleri ile kurduğumuz krallık kısa sürdü. Sizinki birkaç ay devam etsin.

Bu Pazar “Baba Kahvaltısı”nda Hatay usulü soslu sucuklu dürüm yapacağım. Sadece sosu Hatay usulü. Gerisi benim buluşum. Yapıp yiyelim. Size sonuca göre anlatır tarifini veririm. Yapmadan anlatmam doğru olmaz. 

Kalın sağlıcakla.