dore okulları
Malatya
19 Nisan, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.85
  • ALTIN
    2508.1
  • BIST
    9673.89
  • BTC
    64630.54$

Sen benim kim olduğumu biliyor musun?

23 Ocak 2022, Pazar 09:10
Sen benim kim olduğumu biliyor musun?




“Öbür tarafta Cennete giremezsek yandık valla”
***
Fıkra bu ya; 
Cehenneme bir mimar düşmüş. (Bu arada önemli not: Fıkradaki Cehennem benzetmesi ve olayların tamamının gerçekle alakası olamayacak kadar hayali ve sadece oraya düşenleri ti’ye almak anlamındadır. Öbür tarafta bu notumun göz önünde bulundurulmasını önemle arz ederim) 
Mimarın; ortamın kötü olması, alevlerin, küllerin arasında yolların olmaması, perişanlıklar dikkatini çekmiş. Projeler çizmiş. Tasarımlar yapmış. Tuvaletlerden başlayarak ortamı yaşanır hale getirmeye başlamış. O sıralar “ne var, ne yok” babından ziyarete giden Cennet melekleri cehennemdeki pozitif değişimi fark etmişler. Pırıl pırıl tuvaletler, mermer lavabolar, çiçekli yollar, kaldırımlar… Cehennem meleklerine:
-“Bu değişim nedir? Hayırdır?” diye sormuşlar.
-“Sormayın. Bir mimar düştü buraya. Süper biri. Her yere el attı. Yaptı, etti.” Cennet melekleri atılmış:
-“Yoksa adı…… mı?”
-“Evet nerden bildiniz?
-“Biz onu Cennette bekliyorduk. Buraya yanlış gelmiş. Hemen verin onu götüreceğiz!”

Verirsin, vermeyiz tartışması uzayınca Cennet Melekleri:
-“Size dava açacağız!” diye tehdit etmişler. Cehennem melekleri tebessüm ederek:
-“Açabilirsiniz. Ama bütün avukatlar, hakimler, savcılar hatta mübaşirler bile buradayken bu nasıl olacak?”



Fıkra bu. Hukukçu okurlarım hemen dellenmesinler. Oradakilerle benim okurlarım olan hukukçular ayrı. 
Göründüğü kadarıyla orada daha ziyade sanatçı görünen, yıllarca bu toplumun kaymak kesimi olmuş olan kesim de var. 
Geçtiğimiz haftanın gündemiydi. Sezen Aksu’nun Hz Adem babamıza ve Havva anamıza hakaret içeren şarkısı büyük tepki almıştı. Devamında bir sürü siyasetçi ve sanatçı da Sezen’e destek verip savundu. Eee biz bu sanatçı müsveddelerini ve siyasetçileri hak ettik. 



Önümüze konan filmlerini, şarkılarını, sözlerini alkışladık. Onları başımızın üzerinde taç yapıp gezdirdik. Sadece halk olarak biz değil tabi. Medyalarımız bunlarla röportajlar yaptı. Programlar yaptırdı. Acayip paralarla ekranlara çıkardı. Her yaptıkları, evlenmeleri, boşanmaları, birlikte yaşadıkları, sevgilileri, kaçamakları, yedikleri, içtikleri ballandıra ballandıra anlatıldı, yazıldı çizildi. 
Bunların arasında toplumun değerlerine saygılı olanlar dışlandı. İşsiz ve hatta aşsız kaldı. Ama bizim medyamız diye bildiklerimiz de bu dışlananlara sahip çıkamadı.
Mesela toplumun değerlerinin ve inançlarının karşısında mevzilenmiş medya ve topluluklarda mizah, mizah yazarları, karikatüristler çok çok fazla olmasına rağmen hepsi iyi beslenip semirirken toplumun değerlerine ve inançlarına saygılı olduğunu bildiğimiz medya ve topluluklar sanata, sanatçıya, mizaha, karikatüriste zerre sahip çıkmadılar. Seçim dönemlerinde lazım olduğunda meydanlarda, seçim otobüslerinde bangır bangır şarkı söylettiler. Karikatürleri çizdirip her yere dağıttılar. Ama seçimin ertesi günü tüm sanatçılara sırtlarını döndüler. O sanatçılar, yazarlar çizerler de kenar köşede unutuldu. Bir seçim şarkısı söylediği için birini Milletvekili yapmakla bütün milli sanatçılara ve sanata destek vermiş olmuyorsunuz. 
Şimdi Sezen Aksu’ya kızanların hemen tamamı onu tepemize sanatçı diye çıkaranlar olduğu için zerre kadar söz söylemeye hakları yoktur. Sayın Erdoğan’ın da Sayın Bahçeli’nin de, diğer siyasetçilerin ve medyalarımızın da Sezen’e kızmaktan önce yapmaları gereken kendi sanatçılarına sahip çıkmalarıdır. Kendi yırtınmaları ve çabalarıyla Milli bir şeyler yapmaya çalışan sanatçılarımıza destekleri “sıfır” iken hiç çıkıp onu bunu eleştirmesinler. 
***
Merhaba sevgili Malatyatime okurlarının benim makaleme düşen kısmı. 
Polis hızlı giden ve radara yakalanan aracı ileride çevirir. Ehliyet ve ruhsat ister. Çok hızlı olduğu için ceza yazılacağını öğrenen genç biraz da diklenerek polise:
-“Ben kimin oğluyum biliyor musun?”
Polis bir yandan ceza formunu doldurarak:
-“Bunu annenize sormanız gerekiyor. Ben sadece trafikteki hızınızı biliyorum.”
***
Yukardakinden biraz farklı olarak; “Sen benim kim olduğumu biliyor musun” muhabbeti genellikle ukala vatandaşlar ile memurlar arasında geçer. Bilhassa da polislerle.
40 yılı aşkın bir süredir araç kullanıyorum. Bir kere bile bu yönteme başvurmadım. Oysa benim babam önemli bir insandı. Hayatı boyunca çalışıp didindi. Helal rızıkla ailesine baktı. Kendi halinde bir esnaftı. Ama bizim için çok önemli ve değerliydi. Hiçbir trafik çevirmesinde polislere “Sen benim kim olduğumu biliyor musun” demedim. Diyebilirdim. Ama demedim.
***


Ankara’da defterdarlıkta bir arkadaşım vardı. Polis ceza yazdığında, defterdarlıkta kendisine trafik ceza tutanağını aynı gün içinde gönderdiğimde tutanağın ana koçanını bulup üzerine bendeki tutanağı da zımbalayıp iptal yazarak iptal edebiliyordu. Bunu bir kere yapmış ve cezanın iptalini sağlamıştım. Harika bir olaydı. Birkaç ay sonra şehir içinde radara yakalandım. Polis çevirdi. Araçları çeviren polis evrakları alıyordu. Sürücüleri ekip arabasına tek tek çağırıyorlardı. O zamanlar şimdiki gibi değil. Rüşvet olayı o kadar yaygın ve normaldi ki kimse yadırgamıyor sadece rakamda pazarlıklar uzun sürüyordu. Sıra bana geldiğinde ekip arabasına eğildim. İçerdeki polis şefi:
-“160 km. ile şehir içinde radara girmişsin. Cezan 60 lira.”
60 lira o zamanlar çok büyük rakamdı. Şimdinin 1000 lirası gibi. Benimse Defterdarlıkta arkadaşım vardı. Onun rahatlığı ile:
-“60 liraysa 60 lira. Yaz cezamı gideyim.”
-“Yazmayayım. At bi 15 lira çorba parası, git.”
-“Yok amirim. Sen cezamı yaz! 60 liraysa 60 lira.” 

Polis 10 liraya indi. Kabul etmedim. Neden 10 lira cebimden gitsindi. Nasıl olsa iptal olabiliyorken.
Velhasıl zorla cezamı yazdırdım. İş yerine geldiğimde caza tutanağını servis şoförlerinden birine verip defterdarlığa gönderdim. Bir saat sonra eleman geldi.
-“Ersoy abi, o arkadaşınız yıllık izine çıkmış. Evrakı veremedim.”
Hani Temel idama mahkum edilmiş. Darağacında asılmak üzere. İpi boynuna geçirdikten sonra sandalyesini tekmelemeden önce “Diyeceğin son bir şey var mı?” diye sormuşlar. Temel:
-“Habu bağa eyi bir ders oldi” demiş ya; bu defterdarlık işi de bana iyi bir ders oldu. Bir daha da işi defterdarlıktaki arkadaşıma bırakmadan yerinde hallettim. 
***
Caddenin kenarında dünkü yağmurdan kalan su birikintisinin kenarında yaşlıca bir adamcağız bastonunun ucuna bağladığı ipi suya daldırıp çıkartıyormuş. Yoldan geçen birinin dikkatini çekmiş.
-“Hayırdır, bey amca. Ne yapıyorsun?”
-“Karnım acıktı. Balık tutmaya çalışıyorum.”
Adam ihtiyara acır.
-“Gel sana yemek ısmarlayayım” der. İhtiyarın koluna girip hemen karşıdaki lokantaya sokar. Yemekler yenir. Hesap ödenir. Kalkarken adam biraz da dalga geçer gibi:
-“Sormayı unuttum bey amca. Bugün hiç balık yakaladın mı?” İhtiyar biraz gerinerek:
-“Evet. Sabahtan beri seninle 2 oldu.”
Deyceğim odur ki 65 yaş üstünü fazla hafife almayın. Gençleri de hafife almayın. 
Size Oktay’ın 25 yaşlarında iken başından geçeni anlatayım.
Oktay Ankara’da Aydınlıkevler’den Çankaya Yıldız’a gitmek üzere belediye otobüsüne biner. İlk binenlerden olduğu için tekli koltuğa oturur. Dizlerini büküp ön koltuğa dayar ve uzun mesafe olmasının avantajı ile uykuya dalar. Bir ara hafiften uyanır. Çünkü tepesine dikilmiş teyzeler Oktay’ın da duyacağı şekilde söylenmekteler:
-“Yok anam yok! Gençlerde duyarlılık kalmamış.”
-“Bir de uyuyor numarası yapıyorlar.” Falan filan. Oktay kendi durağı yaklaştığında gözünü aralar. Teyzelere dönerek:
-“Düğmeye basabilir misiniz?”
Teyzeler hem yer vermemek için uyuyor hem de düğmeye basmak için bizi kullanıyor diye biraz bozulurlar. Ama nihayetinde teyzelerden biri  “Duracak” düğmesine basıyor. Durağa gelince Oktay kalkıyor. Ama ayaklar 40 dakikadır aynı şekilde bükük olduğundan kitlenmiş. Zoraki ayağını açıyor. Ama iki büklüm tutuna tutuna kapıya ulaşıp inerken Teyzeler mahcup:
-“Aaa, engelliymiş çocuk!”
-“Bi de günahını aldık”
-“Pek de genç. Çok ayıp oldu çoook”

Oktay otobüsten iniyor. Ayakları açılmış ama gene de teyzelerin vicdan azabının sürmesi için otobüs uzaklaşana kadar iki büklüm durmaya devam etmiş.
***
Makaleye başlarken çayın altını yakmıştım. İlk konu bittiğinde de demledim. Şimdi çay hazır sayılır. Bu hafta “BABA” kahvaltısında yumurtalı ekmek yerine yumurtalı lavaş deneyeceğim. Yumurtalı lavaş ile yumurtalı ekmekten daha lezzetli bir sonuç alacağıma inanıyorum. Proje kafamda hazır. Lavaşı lokmalık parçalara dilimleyeceğim. Yumurtalı ekmek için hazırlanan malzemelere; Yumurta, süt, peynir, baharat karışımına daldırıp yağlı tavaya atacağım. Ters yüz edip hafif kızarma alameti gördüğümde de geniş tabağa dizeceğim. Kenarlarına ince dilimlenmiş domates ve klasik peynir parçaları ile zenginleştireceğim ki; her dilimin arasına bu nevaleler konup lezzeti katlanarak yenebilsin diye. Sonra çay ile servisini yapacağım. Sizin ellerinizi benim de ayaklarımı bağlayıp buyur edeceğim.
Baba kahvaltısının tarifi için yırtınıp duran okuyucularıma bir tarif. Yaparsanız sonuç hakkında bana da yazın. Etrafı ne kadar dağıttınız? Tavadan sıçrayan yağ zerreleri davlumbazın camlarına yapıştı mı? Yumurta kabuklarında kalan beyazlar masaya aktı mı? Yumurtayı çırparken yere ne kadarı sıçradı? Süt yerine yanlışlıkla ayranı döküp işleme yeni baştan mı başladınız? Hanımlar evi kokuttuğunuzu bağırarak söyleyip bu soğukta pencereleri açıp havalandırdı mı? Buzdolabının kapısını yağlı ellerinizle açıp kapattığınız için fırça yediniz mi? Baharatları katarken yanlışlıkla tarçını da kattınız mı?
Bütün bunları ve fazladan onlarcasını yaşayabilirsiniz. Ne de olsa Acemi baba kahvaltıcısısınız.
Biz o yollardan dönüyoruz.

Kalın sağlıcakla.