dore okulları
Malatya
25 Nisan, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.49
  • EURO
    35.00
  • ALTIN
    2434.5
  • BIST
    9716.95
  • BTC
    64529.95$

Sen körsün! Tamam da; kimse kör değil!

19 Aralık 2021, Pazar 10:16
Sen körsün! Tamam da; kimse kör değil!
 




6-7 yıl önce karlı bir kış günü Ankara’da Batıkent metrosunun (o zamanki) son durağından çıktım. Hemen çıkışta Eryaman’a gidecek otobüs için beklemeye başladım. İlk otobüs dolup hareket etmişti. Kuyruğun arkalarında olan sıranın da önüne gelmiştim. Beklerken 2 kişi yaklaştı. Birinin elinde beyaz baston vardı. Diğeri kuyruğun önündekilere:

-“Beyler. Bu amca engelli. Gözleri görmüyor. Kuyruk da çok uzun. Onu öne almanız mümkün mü?”

Seve seve kabul ettik. Amcayı en öne aldık. Beklerken kör amcamız hemen arkasındaki bizlere sordu:

-“Ne kadar zamandır bekliyorsunuz?” Kuyruktakilerden biri cevap verdi:

-“Yirmi dakika kadar oldu.”

Kör amca yavaştan konuşmaya ve çakmaya başladı:

 -“Melik Gökçek Pursaklar’a olsa dakka başı otobüs gönderirdi. Kendi seçmenine hizmette sınır yok! Ama bu taraflar söz konusu olunca zerre hizmet yok. Adam buralara hiçbir şey yapmıyor. Resmen bu bölgeye eziyet ediyor. Otobüs göndermiyor. Bu adam var ya bu adam…” 



Herkes sessiz sessiz dinliyordu. Kimseden ses çıkmadıkça kör amca coşuyor, coştukça sesini yükselterek adeta nutuk atıyordu. Dayanamadım. Onun sesinden daha fazla bağırarak:

-“Yeter be! Sen körsün. Tamam da burada hiç kimse kör değil. Herkes yapılanları görüyor. Başkandan önce Batıkent’e Eryaman’a doğru dürüst otobüs seferi yoktu. Metro ayağınıza geldi. Otobüsün gitmediği mahalle kalmadı. Millet kör değil. Yalan-dolanla meydanı boş zannedip Başkana saldırma. Bekliyorsan edebinle bekle. Otobüsüne bin. Hizmeti beğenmiyorsan da yallah yürrüüü!”

Ağzından tükürükler saça saça konuşan kör birden sustu. Omuzları düştü. Önüne döndü. Uslu uslu beklemeye başladı. Otobüse bindiğinde de ineceği durağa kadar çıt çıkarmadan gitti.

Hani benzetmek gibi olmasın ama arabayla giderken yol kenarında birkaç köpek arabaya havlayarak kovalar. Arabayı durdurduğunuzda bir anda hepsi havlamayı, gürlemeyi bırakıp oldukları yerde durur. Az önce yakalasa arabayı dişleriyle parçalayacakmış gibi saldıran köpekler kuyruklarını bacaklarının arasına alıp geri dönerler. Hah işte aynen bunun gibi bir durum oldu. Benzer durumlara denk gelenimiz de çok olmuştur. 



Benim bir Zübeyir abim var. Öğrenciliğinde şirret bir öğretmeni varmış. Müslüman ve milliyetçi diye Zübeyir abime çok takmış. Her konuyu anlatırken içinde Zübeyir’i kullanır, alaya alırmış.  Bir gün yine bir havuz problemi anlatırken:

-“İki havuz var. Zübeyir havuzun birinde yüzmek için beklerken diğer havuzdan bu havuza akan su…”

Zübeyir abim artık dayanamamış ve:

-“Bana bak hoca! Senin o ağzını kı..ına kadar yırtarım. Dilin bir daha tek başına Zübeyir diyemez!” deyince öğretmen kıpkırmızı, birkaç saniye duraklamış. Sonra titrek sesiyle Zübeyirsiz olarak konuyu anlatmaya devam etmiş. O günden sonra bir daha da Zübeyir abiye sataşmaya cesaret edememiş.

Türkiye’de bir zümre var. Şirretlik kanlarına işlemiştir. Bir arada iken çok cesurdurlar ve sesleri gür çıkar. Birinin söylediği abuk subuk sözü dillendire, dillendire kendileri inandığı gibi herkesi inandırmak için yırtınırlar. Karşılarında sözlerine itiraz edip dik duran biri olduğu zaman susup kenardan sıvışırlar. 

Siyasete bulaşmadan makalemi devam ettirmek niyetindeydim. Ancak yalanlarla, dolanlarla milleti kandırıp hedeflerine ulaşmakta makyavalist bir metot uygulayan; “Gaye vasıtayı meşru kılar” prensibi ile her şeyi meşru gören bir kitle var önümüzde. Gözümüzün içine baka baka, bildiğimiz olayı tahmin bile edemeyeceğimiz bir kıvraklıkla, çok gerçekçi bir şekilde farklı anlatıp nemalanma gayretine giriyorlar. Ve söylediklerinin yalan ve yanlış olduğunu ispatlamak zorundasınız. ”İddia sahibi iddiasını ispatlamak zorundadır” prensibi “iddia sahibinin iddiasının doğru olmadığını ispatladınız, ispatladınız. İspatlayamazsanız ayvayı yediniz” prensibine dönüştü. O an belgeleyemezseniz ardından bunu dallandırıp budaklandırıp tisunami şeklinde devam ettiriyorlar. Yalanı belgeleyip gerçekleri ortaya döktüğünüzde ise o konu sanki hiç konuşulmamış gibi susup başka bir konunun yalanları ile devam ediyorlar. Ama her söylediklerine inanan harika bir kitle var arkalarında. Tam bir teslimiyetle bağlılar bu yalancılara. Onlara;

-“Bu söylenenin doğru olmadığını biliyorsun. Ne düşünüyorsun?” diye sorulduğunda:

-“Yalan olduğu doğru. Ama bu hoşuma gidiyor. O sayede iktidarı sıkıştırabiliyor ve gerçekten bir muhalefet yapabiliyoruz. Yoksa ne diyebiliriz ki yapılanlara…”



Bir de yalan söyleyenin iddialarının doğru olmadığını yüzlerce kez ortaya döktüğünüz halde yalan söyleyenler “kendilerinin doğruyu söylediğini, karşısındakilerin yalan söylediğini” yayarlar ki aslında bu da bir başka yalanlarıdır. 




Doğruyu söylememek de bir yalan değil midir? 

Tarihimizde Kût'ül-Amâre zaferimiz var. İngilizlere karşı kazanılmış çok büyük bir zafer. 13.309 İngiliz askerinin esir alındığı bu zaferimiz İngiltere’nin tarihi boyunca yaşadığı en büyük hezimettir. Ama 3-5 yıl öncesine kadar bu zaferden haberimiz bile yoktu. Hiçbir ders kitabında yer almıyor ve kimse bilmiyordu. Unutturulmuştu. Herkesin aklına gelebilir; onun için de yurdum insanı olan bendenizin de aklına geldi. Kût'ül-Amâre zaferimizin unutturulmaya çalışılması; İngilizlerin asırlarca İstanbul’u ele geçirme hayallerini tam gerçekleştirmişken “tek silah atılmadan İstanbul’u terk edip Türkiye Cumhuriyeti’ne bırakmalarının arkasındaki nedenlerden küçücük bir tanesi de bu olabilir mi?” 



Yalanlar bitmiyor. Ama yalan dünya bitiyor. Hemi de çar çabuk. O bitmeden ben makalemi bitireyim. 

Siz de kalın sağlıcakla.