dore okulları
Malatya
08 Mayıs, 2024, Çarşamba
  • DOLAR
    32.28
  • EURO
    34.74
  • ALTIN
    2401.3
  • BIST
    10322.64
  • BTC
    62436.42$

“Senden doktor moktor olmaz”

04 Temmuz 2021, Pazar 07:12

 

 

Üniversitenin Tıp Fakültesi 2. Sınıf öğrencileri ilk defa bir kadavra üzerinde eğitim göreceklerdi. Kadavralar genellikle yurt dışından satın alınıp getiriliyordu. Bazen de yurt içinde kimsesi olmayan cenazelerin biraz gayri resmi yollarla, iyi paralarla kaçak olarak satın alınması da yaşanıyordu. Kadavraların özel sıvılar kullanılarak çürümesi geciktiriliyordu. Öğrencilerin anatomi ve iç organları öğrenmesi bu kadavraları kesip biçerek sağlanıyordu. Gene de kötü koku ve ceset olayı birçok öğrencinin midesini kaldırıyor, kusturuyor ve korkutuyordu. Ama hocaları öğrencilerinde böyle bir durum görünce “senden doktor moktor olmaz” diyerek damgalıyor ve kafada bir eksi çiziliyordu. Bu sebeple de öğrenciler ilk şokta her şeye rağmen bir şey olmamış gibi sabrediyorlar, sonraları da alışıyorlardı.

S_14

Böyle bir kadavra eğitimi dersinin başlangıcında öğrencilerden Hakan da diğer öğrenciler gibi bu dersi kazasız, kusmuksuz atlatmak istiyordu.
Hakan 2 yıl önce babasını kaybetmişti. Vefat değil, bildiğimiz kayıp. Bir daha da hiç izine rastlamamışlardı. Bulamamışlardı yani. Bugün ders görecekleri kadavra yerli idi. Kimsesiz birinin kaçak satın alımla temin edilmiş ve ilaçlanmış cesedi.
Dersin yapılacağı sınıfa girdiler. Sırayla kadavraya bakıp etrafında halka oluşturmaya başladılar. Hakan da sınıfa girdi. Kadavraya doğru yürüdü. Biraz kararmış cesede göz ucuyla baktı… Bu bir erkek kadavraydı. Biraz daha bakınca yüzü değişti. Şaşkın, heyecanlı ve dehşet ifadeleri aynı anda yüzünde oluştu….

D_172


O ders bittiğinde artık herkes bir şeyleri aşmış birçok şey normal gelmeye başlamıştı. Olayı anlatırken kadavranın Hakan'ın babası olma ihtimali beyninizi doldurdu. Bunun farkındayım. Ancak alakası yoktu. Kadavra herhangi biri idi. Bilinçaltınızın nasıl yönlendirebileceği konusunda umarım bir fikriniz oluşmuştur.
Bu yazımızda konumuz Hakan değil. Konumuz Tıp, alternatif Tıp.
Tıp fakültesi son sınıfta okuyan intörn öğrencimizle ara sıra sıkı kapışıyoruz. Piyasada bitkisel ilaçlar yaptığını söyleyip kutu kutu, şişe şişe reklamlar yapan bitki uzmanlarına kızıyor ve her yeni doktor adayının verdiği tepkiyi vererek:
“Doktorların hastalara sunduğu ilaçlar yüzlerce testten ve denemelerden geçiyor, etkileri yan etkileri tespit edildikten sonra hastalara veriliyor. Bu ‘ALTERNATİF TIP' ın hiçbir ciddiyeti yok. Kulaktan dolma bilgilerle para hırsıyla yapılan bir sözde tedavi”
Olabilir. Ancak Tıp ve Alternatif Tıp terimleri yanlış kullanılıyor. Modern Tıptan önce bu bitkilerle tedavi varmış. Sizin Tıp sonradan çıkmış. Yani aslında TIP onlar. Şimdi TIP dediklerimiz ise sonradan çıktığı için aslında ALTERNATİF TIP sayılır. Biraz ters kullanılıyor. Mesela Hacettepe Üniversitesi Alternatif Tıp Fakültesi olmalıydı fakültenin ismi. Yanlışsam yanlış deyin.
Tıp fakültelerinde kıdem sırası hatırladığım kadarıyla şöyleydi: Rektör , Dekan, Prof, Doçent Dr, Doçent, Doktor, Öğretim Üyesi, Hemşire, hastabakıcı, çöp kutusu, pansuman artıkları, tuvalet fırçası, kusmuk ve en aşağıda da İNTÖRN.
Tıp Fakültesi Son sınıfta okuyan İntörn bir öğrencimiz daha var. Murat. Murat'ın son sınıfta 3. yılı. 3 yıldır intörn. Kendisine gıcık kapan Profesör kadın hoca ısrarla geçer not vermemiş. “Seni geçirmeyeceğim” deyip 2 yıl sözünü tutmuş. Profesör kadın 3. yılın başında Murat'la koridorda karşılaşınca “Gözün aydın. Bu sene mezun olabileceksin. Sırf senin için emekliliğimi geciktirmeye çalıştım. Ama olmadı. Ben emekli oluyor ve ayrılıyorum” demiş.

***

Makaleme başlarken ne niyetle başladım. Geldiğim yerde neredeyim. Aslında başlangıçta Avrupa'da yamyamlık konusunu yazacaktım. İnsan kanından nasıl “reçel” yaptıklarını, Gladyatör cesetlerini nasıl parçalayıp yenmek üzere satıldığını, satılırken parçanın önemine göre nasıl fiyatlandırıldığını bazı kısımlarının ne kadar uzun olduğunu (Bağırsaklarını kastediyorum) ve pahalı olduğunu anlatacaktım. Ama nasip olmadı.
Şimdi ben bunları yazarak diğer yazarlara konu tüyosu da vermiş olduğumun farkındayım. Ama sorun değil. Kim yazarsa yazsın bu konu bitmez ve benim yazım mutlaka daha çok okunur. Yazılarımın fazla okunması muhtemelen yazımın kalitesinden değil. Okuyucularım “ ne saçmalamış bu adam yine” diye yazıyı tam anlayamadıklarından birkaç kere okuyorlar. Dolayısıyla da herkesin makalesi bir okunurken benimki 3-4 kat fazla okunuyor.
Gene de anlaşılmayan kısımlar çıkarsa bir arkadaşınızla paylaşın. Uzaktaki bir arkadaşınızla. Malatya'da olmayan. Mesela Ankara'da, Antalya'da olan. Yakınızdakilerle paylaşınca ilk karşılaşmanızda mor bir göz kenarlarınız oluyor. O bakımdan makalelerimi paylaşırken uzaklardaki arkadaşlarınızı dostlarınızı tercih edin. 6 ay sonra karşılaştığınızda zaten konu soğumuş olur. Ya da unutulur. Sorun çıkmaz.
Sevgili Malatya Time okurları. Güzel yorumlarınız için de ayrıca teşekkür ederim. Harika yorumlar yazıyorsunuz. Ama bize ulaşmıyor. Benden çekinip göndermemezlik yapmayın. Yazıp gönderenlere sorun. Hiç tepki vermiş miyim? Gıkım çıkmadı. Sizde yazın gönderin. Söz veriyorum yorumlarınıza cevap haklarımı makalelerimin içinde kullanacağım. ordan okursunuz. Geçen hafta yorum yazan Mehmet Güzel kardeşime teşekkür ediyorum. Makalemi çok beğenmiş. Ben de onun yorumunu çok beğendim. 22 kere falan okudum. Bakkala, manava bile gösterdim. Hepsi çok beğendi. Bana böyle gelin işte…

Gelecek haftanın makalesi de hemen hemen hazır. Kısık ateşte kendi buharıyla pişiyor.

Haftaya makalem yayınlanana kadar iyice dinlenin. Psikolojikman hazır olun. Benden söylemesi.

Kalın sağlıcakla.

 

5_1