dore okulları
Malatya
16 Nisan, 2024, Salı
  • DOLAR
    32.47
  • EURO
    34.54
  • ALTIN
    2475.3
  • BIST
    9514.92
  • BTC
    63340.19$

Spagetti nasıl pişer?

15 Ağustos 2021, Pazar 10:18
Spagetti nasıl pişer?




Yeğenim İtalya’da tasarım üzerine bir üniversitede okuyordu. Zaman zaman görüşüyorduk. Bir akşam kız kardeşimin evine yemeğe davetliydim. Giderken yeğenim Naci’yi aradım. Hal hatırdan sonra “Akşama ne yiyeceksin?” diye sordum. Spagetti yapmayı deneyeceğini söyledi. Muzip damarım devreye girdi ve:

-“Sana bir tiyo vereyim Naci. Spagetti diğer makarnalar gibi değildir. Onu bir gün önceden soğuk suya batırıp bekleteceksin. Ertesi gün onu pişirdiğinde tadından yenmez. Harika olur.”

Naci biraz tereddüt etti. Sonra benim şakacı yönüme olayı bağlayıp:
-“He, hee amca. Bi işletmediğin ben kalmıştım”diye inanmadığını belirtip telefonu kapattı.

Birkaç dakika sonra da kız kardeşimin evine gelmiştim. Kız kardeşim mutfakta hazırlık yaparken, bilgisayarını açık görünce bir göz attım. Baktım mesaj programı açık. İtalya’daki yeğenim de online görünüyordu. Bu süper bir fırsattı. Halasının oturumundan halası olarak(!) selam verdim. Kısa bir hal hatırdan sonra yediklerine dikkat etmesini söyledim. Halasının hassasiyetlerini sanki o imişim gibi sıraladım. Yeğenim:

-“Halacığım ben o konularda zaten çok dikkatliyim. Yemeği genelde kendim yapıyorum. Mesela şu anda da spagetti yapacağım. İnternetten nasıl yapıldığına bakacaktım.”

-“Aaa! Halan burada iken internetteki tarifin hükmü mü olur? Ben tarif edeyim. Spagetti farklıdır. Onu bir gün önceden suya koymak gerekir.”
Der demez Naci:

-“Ya amcam da öyle söylemişti. Ben şaka yapıyor, beni işletiyor sandımdı. Doğruymuş demek ki.”

-“Sen onu bugün suya koyacaksın ya. Yetişmez. Anca yarın pişirebilirsin. Bu akşam yumurta tavalarsın artık.”

Naci rahatlamış olarak:
-“Sağ ol halacığım. Yarın seni tekrar arar devamını öğrenirim. İyi akşamlar.” Deyip sohbetten çıktı.



Aradan 12-13 yıl geçti. Ben olayı unutmuştum. Naci ile Ankara’da küçük bir ofiste bir araya gelmiş çay içiyorduk. Bana döndü ve:

-“Amca hayatımda en kötü kazığı senden yedim” dedi.

Şaşırdım. Yeğenimi çok sever herkesten de ayrı tutardım. Acaba başkasına salladığım kazık ona mı denk geldi? Nasıl bir kazık? Kafamda deli sorular.

O zamanki telefon konuşmamızı ve sohbet programında halasıyla(!) yazışmalarını uzun uzun anlattı. Hatırlamıştım. Büyükçe bir kahkaha patlattım. 

-“Demek onu denedin!”

-“Evet. Ertesi gün hamur yığını vardı tencerede.” Dedi. Hemen tekrar devreye girdim.
-Yeğenim şakaydı evet. Yalnız; Spagettiyi bir gün önceden suya koymak normal. Ama soğuk suya değil. Sıcak suya bırakacaksın. Bir gün dinlendireceksin. Soğuk suda olunca öyle hamur olur tabi.” Desem de bu sefer denemeyeceği kesindi.

***
Değerli Okuyucularım.
Burası kenarda, arada-derede ama neşeli bir köşedir. 
Ankara’da Siteler’de bundan uzun yıllar önce yatık dönerci (Cağ kebapçı) vardı. Gülveren ile siteler arasında gecekonduların içindeydi. İki arabanın zar zor geçtiği mahalle arasına lüks arabalarla gelir yatık döner yerlerdi. Birkaç kere de ben arkadaşlarımla gidip yemiştim o yatık dönerden. Müthiş lezzetli yapardı. Belki öylesi Erzurum’da yoktu. O derece yani. 

Sonraları bu yatık dönerci burada iyi iş tutunca ana caddede büyük bir yer aldı. Çok da lüks döşediği yeni yer hizmete başlayınca eski dükkanını kapattı. Oraya da gittim. Dışarda valeler, içerde papyonlu, yaldızlı işlemeli ceketleriyle garsonlar… Yatık dönerin lezzetinin nedense hiç farkında değilim.  Önce önüne gelen arabalar azaldı. Sonra valeler terk etti dükkanın önünü. Bir süre direndi ama müşterileri hızla kaybolup gitti.  Sonra da kendi.
Deyceğim odur ki benim köşe arada derede olmasına rağmen neşelidir. Müşterisi boldur. Lakin o gecekonduların arasındaki yatık dönercinin hikayesinden de ders aldığım için havalara girip baş köşelere çıkmıyorum. Gelen buraya da geliyor. Hem burası baş köşedeki abilerinki gibi gergin de değil. Neşe muhabbet kırla gidiyor. Onun için ne zaman gelseniz bu köşe iyidir. New York Times, The Guardian gibi dünya medyasında bile bu lezzeti tadı bulamazsınız. 

On beş belki de yirmi yıl önceydi. Bir kitap yazmış ondan da iki bin tane bastırmıştım. Hangi akla hizmetse; iki bin kitap. Önceleri ziyaretine gittiğim insanlara bir kutu baklava almak yerine aynı fiyata mal olmuş olan kitabımı götürüyor ve adına imzalayıp takdim ediyordum. Kitap yazmak, yazar olmuş olmak sizi karşınızdaki insandan bir gömlek üste çıkarıyordu. Hatta birkaç gömlek. Ezin ezebildiğiniz kadar. O kadar yani. 

Almanya’ya gittiğimde kitaplarımdan da yanıma almıştım. Ziyaret ettiğim kişilere de birer tane imzalayıp veriyordum. Beraber gittiğimiz bir arkadaşımızın abisinin Köln’de Kahveci dükkânı varmış. “İlla uğrayalım” dedi. Ben oldum olası kahve köşelerini sevmem. Bir kere kahvede 2 saat zaman geçirmiştim. O da Sivas’ın Şarkışla ilçesine bir kış günü alacak tahsiline gittiğimde. Otobüs çok erken saatte indirmişti ilçede. O gün gördüğüm soğuğu bu yaşıma geldim bi daha görmedim. (Sarkışla’ya bi kere daha gitmediğimden olsa gerek) Vakti geçirmek, bir de donmamak için bir kahveye girmiştim. O gündür bu gündür kahveye gitmem. Uzak olsun benden.

Arkadaşın ısrarına dayanamayıp abisinin kahveci dükkanına gittik. Şimdiki cafelerin minyatürü bir yer. 7-8 masa var. Adı Mehmet Karoğlu. Mehmet bey dünyanın her yerinde yapılan kahve çeşitlerini orada yapabiliyormuş. 50 çeşit kahve. Sıra sıra özel makinalar. Hepsi değişik işlere yarıyor. Oturduk, tanıştık. Birer kahvesini içtik. Çok etkilenmiştim. Kendisine hemen kitabımı çıkarıp ismine imzaladım. Takdim ettim. Çok memnun oldu. “Bir dakika müsaade” deyip arka tarafa gitti. Geldiğinde elinde benim kitabımın 4 katı genişliğinde büyükçe, sıvama kapaklı, özel bir kâğıda basılmış ve çok profesyonel birileri tarafından özel çektirilmiş fotoğraflarla “coffee culture” (Kahve Kültürü) adlı kitabını getirdi. Kendisi yazmış. Dükkanında sunduğu 50 çeşit kahvenin yapılışını tarif eden bir kitap. Kahvesi güzeldi. Etkilenmiştim. Ama kitabından daha da etkilendim. Hatta ezildim. “Benim babam, senin babanı döver” misali…

Sohbetimiz sırasında Mehmet Bey Almanya’da her 8 yetişkinden birinin kitap yazdığını söyledi. Kimi hatıralarını, kimi iş tecrübelerini, kimi şiir veya hikayelerini yazarmış. Bazısı 10 tane, bazısı bin veya on bin tane bastırırmış.  Türkiye’de bu oranın 100 kişide bir olması bile imkansızdı o zamanlar. Şimdi de çok farklı olduğunu düşünmüyorum.

O günden sonra sohbet ettiğim herkesi en azından hatıralarını, kendi hikayelerini yazması için ikna etmeye çalışırım. Oysa ki şimdi kitap bastırmak eskisi gibi zor da değil. Dijitalde 10 tane kitap istiyorsunuz basıyor, ciltliyor, kalın cilt kapaklarını da takıp çok da ucuz bir rakama veriyorlar. Alıp koyun kütüphanenize. Bittiğinde bi 10 tane daha bastırın.
Her mesleğin enteresan hikayeleri, başlarından geçen enteresan olayları vardır. Babamı kitap yazmaya zorladığım zamanlar yazmasında yardımcı olmuştum. Babam hakkında daha önce hiç duymadığım olayları o zaman öğrendim.  Yani başınızdan geçen olayları, hikayeleri hemen yazamasanız bile bir kenara başlık halinde, hatırlayacağınız şekilde yazın. Sonra altını doldurursunuz. Hatta bir olayı anlatırken birkaç olay daha aklınıza gelir, onları da başlık halinde not edin. Zamanınız olduğunda içini doldurursunuz. Yoksa olaylar zaman geçtikçe unutulur. Yaşlanırsınız, daha çok unutursunuz. Sonra sizinle gider. Geride kimse bilmez; babası-dedesi neler yaşamış, başından neler geçmiş.

Unutkanlık insanda yaşlanma alametiymiş. İnsan yaşlanmaya başladığında önce isimleri unuturmuş. Biraz daha yaşlandığında simaları unuturmuş. Yaşlanma ilerlediğinde tuvaletten çıktığında fermuarı çekmeyi unuturmuş. Bunun daha ileri safhası da; tuvalete girdiğinde fermuarı indirmeyi unutmakmış. Siz, siz olun unutmadan yazın. İster yazın yazın. İster kışın yazın. Ama yazın.

Bu arada geçen haftaki yazıma yorum yapan Adem kardeşim; “Mevtalar için "sağ olsunlar" sözü mükemmel bir Tecahülü Arif sanatı olmuş” demiş. Arifi tanımam, ama yazılarımı Picasso’nun tablosuna benzetenler daha çok.

Adem bey “Kırık Oklava mutlaka gidilmesi gereken bir yer. Ersoy Baba bizi götürmek istemiş. Murat Çetin'de olursa bana uyar” demiş. 

Ama Murat bey herhalde sadece kendi makalelerini okuyor. Onun makalesinin altına bu notunuzu yazarsanız belki ikramda bulunur. Belki diyorum, çünkü; daha önce benim de benzer dileklerim olmuştu. Hiç tınmadı. Cömertliğine cömerttir. Lakin okumamıştır. :)
Diğer bir yorumcu Namık Bey de yazılarımı beğendiğini söylemiş. Ben de aynı fikirdeyim. Çok beğeniyorum. Harika şeyler. Müthiş bir yazarım ben. En hoşuma giden yönüm de alçak gönüllülüğümdür.

Kalın sağlıcakla….