dore okulları
Malatya
20 Nisan, 2024, Cumartesi
  • DOLAR
    32.50
  • EURO
    34.78
  • ALTIN
    2499.5
  • BIST
    9693.46
  • BTC
    63570.231$

Tevazunun da kibrin de, yerini karıştıranlar gelsin!..

23 Mart 2020, Pazartesi 09:22

 

SESLİ MAKALE 

 

 

".....Allah kibirlenenleri sevmez" (Nahl 23)

Bugünkü yazımızı Hakk Teâlâ'nın bir ayetiyle başlatalım istedim.  Günümüz siyaseti ve yönetiminde kibir ile tevazuunun yerlerini karıştıran bir hayli fazladır. Hem yöneten hem de yönetilenler arasında maalesef bu ayrımları yapamayan insanlar var. Konuyu anlaşılabilmesi için biraz açalım.

Kibir bir müminde olmaması gereken “kerih”  bir sıfattır. Lakin bazen vakar ile kibir biri birine karıştırılır. Bir komutanın kışladaki ciddiyet ve vakarı kibir değildir. Aynı ciddiyeti evine taşıması ve evinde de komutanlık yapması kibirdir. Keza bir komutanın evindeki “hilm” ve “tevazuu” da kışlasına taşıması “acziyet”tir. Kışla ciddiyet kuşanılması gereken yerdir.

Yukarıda verdiğim örneklerden hareketle, halkın seçtiği Müslüman bir milletvekili yâda belediye başkanı mütevazı olmalıdır. Peygamberimiz:" Tevazu göstereni Allah yüceltir, kibirleneni ise alçaltır.” (İbnMâce, Zühd, 16) buyurmuşlardır.

 ÇEVREMİZDEKİ ÖRNEKLERE BİR BAKALIM!..

Ancak burada ince bir ayrıntı söz konusudur.

Bazı belediye başkanları, özellikle personeline karşı kibre varan aşırı ciddiyeti yönetim tarzı ediniyorlar.  Mütevazı başkanlık tarzı arzulanan ideal bir yöntem olsa da; Türk tipi yönetimlerde bu tarz, bazen personel tarafından 'acziyet' olarak algılanarak istismar edilir. Ve kurumda bir lakaytlık oluşturur.

Bu durumu gören bazı yönetici ve başkanlar biraz da fıtratlarından kaynaklanan sebeplerle personele hatta halka karşı "Ben bilirim" edasıyla sert ve zaman zaman kibirli davranabilirler.

Çok tasvip edilmeyip yer yer eleştiri konusu edilse de bu yöntem ve duruşun şu faydaları vardır:

1-Kurumda ve personel üzerinde disipline sebep olur.

2-Tepeden verilen talimatların yerine getirilmesi daha kısa sürede gerçekleşir.

3-Kurumda bir yönetim birliği sağlanır.

4-İkinci adamlar başkanın adını kullanarak, başkan rağmına tasarrufta bulunamazlar.

Burada kibirli olarak bilinen başkan, şayet şehrin dertlerini sorunlarını biliyor, buna göre projeler üretiyor, uygulanması için canla başla çalışıyor ise kişisel diyaloglardaki kibri vatandaşı çok da ilgilendirmez. Vatandaş başkanın ne ürettiğine ve şehrin sorunlarına, geleceğine hâkimiyetine bakar.

Değilse başkan çok mütevazı olmuş ama bir projesi yok, hiç bir şey üretmemiş.

Ne yapsın vatandaş onun mütevazılığını, kolay ulaşılabilirliğini.

MALATYA'NIN 90'LI YILLARDAKİ VALİSİ!..

90'lı yıllarda Malatya'ya bir vali gelmişti. Kapısı herkese açık olup, randevusuz görüşülebiliyordu. Fakat bu vali döneminde rutin dışında Malatya'ya zerre hizmet gelmedi. Bir tek proje hayata geçirilmedi. Hadiseye böyle bakılmalı.

Bir başkan için ideali; hem mütevazı, hem kolay ulaşılabilir, hem de işini bilen ve çalışkan olmasıdır. Lakin bu sıfatların tümünü üzerinde taşıyan başkan bir şehre yüz yılda ancak bir iki kez gelir.

Bugün vatandaşa düşen, şehrimin sorunlarını biliyor mu?

Çözümü adına sürdürülebilir/ uygulanabilir projeleri var mı?

Bunun için uygun, işinin ehli ekip kurabilmiş mi?

Bu idari ekip ve personel ile hangi projelerini hayata geçirmiş?

Hangileri yapım aşamasındadır?

Vatandaş derdini kolay iletebilmekte midir?

Sorularını sorarak cevap aramaktır. 

Kapasitesiz, beceriksiz bir başkan mütevazı olsa ne yazar.

Kapısı 7/24 açık olsa ne yazar.

Kıdemli bir meslektaş büyüğümüzün dediği gibi “Halk hizmet edecek adam arıyor.

Evlenecek kadın aramıyor ki, muamelesi nasıl? Mütevazı mı?" diye sorsun.

Hulâsa şehrin geleceğini düşünen akıllı adam; başkanın ne olduğuna değil, ne ürettiğine bakar, bakmalıdır.

 PLANINIZ TUTMADI, MÜFTERİLER…

Şehit Kemal Özalper Endüstri Meslek Lisesi'ndeyken, tarih öğretmenimiz Osman Barbaros, sıkı bir futbol tutkunuydu. Osman hocanın bu tutkusunu bilen bazı arkadaşlar, dersi kaynatmak için ne yapıp edip, konuyu futbola getirirlerdi. Osman hoca ise her defasında arkadaşların bu oyununa geliyordu. Dersin kaynatıldığının sonradan farkına varsa da, teneffüs zilinin çalması ona artık yapacak bir şeyin olmadığını hatırlatıyordu.

Bu kısa hikâyeyi anlatmamın sebebi, geçen hafta Hasbihal köşemde “Gürkan için kibirli diyorlar” şeklinde bir yazı kaleme almıştım. Bu tespitimi manipüle etmek isteyenler ise, olayın boyutunu farklı noktalara taşımak için azami gayret(!) İçerisine girdiler. Bu arkadaşlara burada sesleniyorum: Arkadaşlar çok ayıp! Olayı manipüle etmeniz, bu planınızın tutmadığının en bariz delilidir...

  BİR TEKLİF DE MEHMET ÇINAR'DAN GELDİ

Evvela atanan, sonra ise oy oranını artırarak seçimi kazanan Yeşilyurt Belediye başkanı Mehmet Çınar, yine Malatya'yı ve kayısıyı Türkiye gündemine getirmeyi başardı. Geçtiğimiz hafta Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk'un “Çocuklar evde sıkıldığınızı, okulu özlediğinizi biliyorum. Buradan söz olsun okula döndüğümüz ilk günün ilk teneffüsünü, o güne özel olarak 40 dakika yapacağız” şeklinde bir sosyal medya mesajı paylaşmıştı. Yeşilyurt belediye başkanı Mehmet Çınar da, “O kadar uzun teneffüs enerji depolamak için büyük bir fırsat. Sn. Bakanım @ziyaselcuk, bu uzun teneffüste çocuklarımızın mutluluğuna Malatyamızın kayısısıyla ortak olmak istiyoruz.  81 ilde 81 okula kayısılar bizden :)” şeklinde cevap verdi. Dikkatimi çeken diğer bir husus ise milyonlarca takipçisi bulunan twitter fenomenlerinin bile Mehmet Çınar'ın bu twitinin rt edilmesiydi.  

KORONA'NIN VERDİĞİ DERS

İbadetin manası kısaca, insanın aczini, fakrını ve kusurunu bilerek; Allah'ın dergâhına iltica etmesidir.

Acz: Çaresizliktir

Fakr: Muhtaç olmaktır

Kusur ise: Kendini eksik görmektir.

O halde, Korona denilen bu virüse karşı insanın çaresiz kalması aczini..

Mücadele edecek bir sermayesinin ve silahının olmaması fakrını..

O virüsten etkilenerek, psikolojisini bozması veya hastalanması ve akabinde ölmesi ise kusurunu gösterir.

Bize aczimizi, fakrımızı ve kusurumuzu hatırlatan korona, namazın “manasını” ders vermiyor mu?

 

BİRİ İSLAM MEDENİYETİ, DİĞERİ AVRUPA DENİYETİ!

Avrupa dört gözle yaşlı vatandaşlarının ölmesini beklerken, bizde ise yaşlı insanımıza maske ve kolonya dağıtılacağı gibi, emekli maaşları da evlerine götürülecek. Acaba bizi onlardan farklı ve insancıl kılan nedir?

Bu sorunun cevabı, biri İslam medeniyeti, diğeri ise Avrupa deniyetidir.

Biz yaşlılarımıza musibet dafiası, bereket direği ve rahmet vesilesi nazarıyla bakarken; onlar ise hayatlarına ve yaşamlarına külfet telakki ediyorlar.

Bu konuyla alakalı, Peygamberimiz (ASM) şöyle buyuruyor: “Beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasaydı, belalar sizin üzerinize sel gibi gelirdi

Bu hakikatten sonra edeceğimiz dua “Allah yaşlılarımızı başımızdan eksik etmesin.” şeklindedir.

Burada şunu da söylemekte fayda mülahaza ediyorum; Yaşlı vatandaşları korumak adına devletimiz tarafından sokağa çıkma yasağı getirildi. Tüm yaşlılarımız bu yasağa riayet etmesi şart olduğu gibi, bizlerin de bu durumu nezaket çerçevesinde yaşlılarımıza anlatmamız gerekmektedir. Sosyal medyada bu hususta yaşlı insanlarımızın tiye alınması ve kalplerini rencide edecek yorumların yapılması, aile terbiyesinin eksikliğinden olsa gerek…

İlgilisine not: Deniyet, alçak manasına gelmektedir.

HADİ ORDAN! BAŞKA KAPIYA...

Sebeplere tesir verip, evham hastalığına yakalanarak; bir nevi “sarhoş” olmuş “geveze” televizyon yorumcularına “itibar” etmeyin. Çünkü onlar her şeyin Allah'ın “tasarrufu” ve “tedbiri” dâhilinde olduğundan bi haberdir. Bu gibi heriflerin, yarım yamalak dinsiz malûmatları(!) ile, psikolojinizi bozup, hayatınızı zindan etmelerine müsaade etmeyin!

 

MALATYA'DAKİ 73 KİŞİ KORONADAN MI ÖLDÜ?

16 Mart Pazartesi gününden bu yana Malatya'da 73 kişi Hakk'ın rahmetine kavuştu. Peki, vefat eden bu kişiler korona virüsten dolayı mı vefat etti? Bir kişi bile bu virüsten dolayı vefat etmedi. Dünyada bir günde 110 bin kişi ölüyor. Hatta bu yazıyı kaleme aldığımda 71 bin 379 kişi ölmüş. Peki, bunların kaçı korona virüsten dolayı vefat ediyor?

Yanlış anlaşılmasın, elbette her türlü tedbirimizi alacağız. “Allah belamızı versin!” diye bir arayış içerisine de girmeyeceğiz. Hayatımızı zehretmenin de bir manası yok değil mi?

Bediüzzaman  Said Nursi hazretlerinin bu hususta verdiği şu ders aklıma geldi: “Azrail Aleyhisselâm Cenâb-ı Hakk'a münâcât edip demiş: “Kabz-ı ervâh (Ruhları alma) vazifesinde senin ibâdın(Kulların) benden küsecekler, şekvâ(şikayet) edecekler?

Ona cevaben denilmiş: “Senin vazifene hastalıkları ve musibetleri perde yapacağım; tâ ibâdımın şekvâları onlara gitsin, sana gelmesin.”

Aynen bu perdeler gibi, Azrail Aleyhisselâmın vazifesi de bir perdedir; tâ haksız şekvâlar Cenâb-ı Hakk'a gitmesin. Çünkü ölümdeki hikmet ve rahmet ve güzellik ve maslahat cihetini herkes göremez. Zâhire bakıp itiraz eder, şekvâya başlar. İşte bu haksız şekvâlar Rahîm-i Mutlak'a gitmemek hikmetiyle, Azrail Aleyhisselâm perde olmuş.”

Demek irade-i ilahi hakimdir.

Selam ve dua ile

Fiemanillah