Yeni Diyanet İşleri Başkanı
15 Ekim 2025, Çarşamba 21:28
İmam Hatip Lisesi’nden profesörlüğe ve İstanbul Müftülüğüne, oradan Diyanet İşleri Başkanlığına uzanan başarılı bir kariyer…
Kurumu içeriden bilen deneyimli bir idareci ve akademisyen; Safi Arpaguş,
15 Eylül 2025 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Diyanet İşleri Başkanlığına atanan Prof. Dr. Safi Arpaguş görevine başladı. Arpaguş daha görevine başlamadan önce bazı çevrelerin eleştirilerine uğramıştı. Bu çevreler arasında cami ile dinle diyanetle fazla değil hiç ilgisi bulunmayan kişiler olduğu gibi kendilerini dindar olarak tanımlayanlar da az değildi! Lakin bu eleştirilerde önceki başkanın bazı söz ve davranışları ile kuruma olan saygıyı azalttığı gerçeğini rezerv tutuyorum.
Bilindiği gibi Diyanet İşleri Başkanlığı, Cumhuriyetin kuruluşundan sonra 03 Mart 1924 tarihinde 429 sayılı kanunla Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulmuş, 22.06.1935 tarihinde 2800 sayılı kanunla kuruluşun görev ve yetkileri tayin edilmiştir.
Safi Arpaguş, vefatına kadar 17 yıl aralıksız görev yapan ilk diyanet işleri başkanı Rıfat Börekçi’den sonra 19. Diyanet İşleri Başkanı olarak atandı.
1976 yılından bu yana son elli yılda göreve getirilen DİB’larımıza baktığımızda ;
Prof. Dr. Süleyman Ateş/ Tefsir
Dr. Tayyar Altıkulaç/ Tefsir
Prof. Dr. Mustafa Sait Yazıcıoğlu/ Kelam
M. Nuri Yılmaz/ Tefsir
Prof. Dr. Ali Bardakoğlu/ Fıkıh
Prof. Dr. Mehmet Görmez/ Hadis
Dr. Ekrem Keleş (vekâleten) / Fıkıh
Prof. Dr. Ali Erbaş/ Dinler Tarihi
Prof. Dr. Safi Arpaguş/ Tasavvuf
Üçü tefsir, iki’si fıkıh, biri kelam, biri hadis, biri dinler tarihi ve son olarak yeni başkanımızın tasavvuf alanında öğrenim gördüğünü görüyoruz. Başkan Arpaguş ihtisası tasavvuf dalında olan Mevlana uzmanı bir akademisyen. 101 yıllık diyanet tarihinde bu bir ilk.
Devlet DİB için bu güne kadar tefsir hadis fıkıh kelam, dinler tarihi gibi ilahiyatın birçok dalından başkan atamış, tasavvuf dalından bir başkan atanmamıştı. Bu defa ilk kez tasavvuf uzmanı bir akademisyen başkanımız oldu. Bunda yadırganacak bir şey yok! Hatta bunu Diyanetin başından beri kurumsal anlamda tasavvufu İslam’dan ayrı görmeyen geleneksel bakış açısının bir devamı ve yansıması olarak okumak da mümkün.
Cenaze merasimleri dışında dinle diyanetle bir ilgileri bulunmayan kişi ve çevrelerin DİB’ını daha göreve başlamadan eleştiri yağmuruna tutmalarına alışığız. Fakat kendilerini dindar olarak tanımlayan bazı kimselerin yeni diyanet başkanını peşinen hurafecilikle suçlamaları, ona Mevlana üzerinden vurmaları akılla insafla telif edilecek gibi değil!
Başkan Arpaguşu tanımam bilmem. Hayatımda hiçbir şeyhe, gavsa, tasavvuf büyüğüne tabi olmadım. Fakat bir takım müntesiplerinin hataları veya zahiri şeriata muhalif bazı tavırları yüzünden koca bir tasavvuf mektebini İslam dışı ilan ederek görevine henüz başlamış bir hocamızı Kur’an düşmanı ilan etmeyi kelimenin en hafifi ile edepsizlik olarak görüyorum.
Bu alanda itibar ettiğim Prof. Dr. M. Erol Kılıç’ın dediği gibi, “tasavvuf ilminin sahtekârları başka ilim dallarında olmadığı kadar fazla, çünkü zemin buna müsait...” Bu tespit doğru olmakla birlikte şeyhi çok ehil olmasa da bir tarikata bağlı bir müminin, kendi akıl feneriyle müstakil yürüyen çok kimselere göre daha saygılı, edepli olduklarını görürsünüz. Bu da bütün eksik ve hatalarına rağmen tasavvuf mektebinin insan ahlak ve karakteri üzerinde yaptığı manevi dönüşümde resmi mekteplerden daha müessir olduğunu gösterir.
TASAVVUF OSMANLININ KURULUŞUNDA MAYA GÖREVİ GÖRMÜŞTÜR.
17.yüzyılın sonunda sınırları 5 milyon m2’yi bulan, bugün üzerinde 70’den fazla devletin bulunduğu Osmanlı İmparatorluğunun 6 asır üç kıtaya hükmetmesinde tasavvufun etkisi yadsınamaz.
Osmanlı padişahlarının çoğu tasavvufa saygılı olup, bir tarikat büyüğüne bağlıydı. Hataları ile sevapları ile tasavvuf devletin kuruluşunda maya, yükselmesinde manevi çimento görevi görmüştür.
Ne Arpaguş ne de diğerleri hiç biri lahuti değil, eleştirilmez hiç değil! Lakin müsaade edin de adam göreve bir başlasın. Görelim nasıl iş tuttuğunu, icraatlarını… Hata yaparsa yine eleştirelim.
Ayrıca dikkat edilirse başkan Arpaguş, gelir gelmez güzel işler yaparak göreve başladı.
İlk icraatı, koruma sayısını azaltmak oldu: Önceki dönemde altı olan korumayı ikiye indirdi.
Eski başkan Ali Erbaş’ın tercih ettiği üç Mercedes binek ve bir VIP Mercedes yerine, Diyanet garajındaki yerli TOGG ve bir Passat’ı kullanmaya başladı.
Hazırlattığı Cuma hutbelerinde de bu anlayışını sürdürdü.
Erbaş döneminde sıkça gündeme ilişkin göndermelerle bazen siyasallaşan hutbeler yerine, ibadet ve cemaat merkezli, birleştirici içerikler hazırlattı.
Yanlışı nasıl cesaretle eleştiriyorsak, doğruyu da gönülden tebrik edebilmeliyiz.
Prof.Dr. Arpaguş’un başlattığı bu tasarruf ve kuşatıcı dilin, devletin diğer kurumlarına örnek olmasını diliyorum.
Başkanın tasavvuf uzmanı olması birilerine niye batıyor. Anlamış değilim. Aksine olumlu bir gelişme ve artı değer olarak değerlendirilemez mi?
“Modern zamanlardaki ihtida hareketlerinin altında tasavvufun yer alması tesadüf olmasa gerek. Rene Geunon ,Roger Garaudy,Necip Fazıl, Ayşe Şasa gibi simaların ihtida öykülerinin temelinde tasavvuftan başka bir şey yoktur. Bu nedenle olmalı ki çağdaş sufi araştırmacısı Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç’ın şu tespiti oldukça anlamlıdır; “ bu güne kadar fıkıh, yani İmamı Şafi, İmamı Malik okuyarak Müslüman olan bir batılı yok. Fakat Mevlana, Yunus ve İbni Arabi okuyarak Müslüman olan çok batılı var,..” (*)
Her duyarlı zekânın bu konu üzerinde biraz olsun kafa yorması gerekmez mi?
…..
Bu ülkede 80’li yılların başından itibaren milyonlarca gence maide 44, 45. 47. ci ayetleri ezberletilerek müminleri kafir, zalim, fasık diye damgalayan sözde tevhid ehli fakihler, Kur’an’ın; “müminlere karşı merhametli kafirlere karşı şiddetli..” (48/29) ayeti ile “biri birinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız..”(Müslim, İman, 93) hadisini bir kez olsun hatırlatmadılar. Anılan tarihlerde zaman zaman öyle bir hal aldı ki, körpecik dindar gençler İslam düşmanları ile konuşurken alabildiğine saygılı iken, camide aynı safta fakat kendi hizbine, mezhebine mensup olmayan bir müminle konuşurken öfkeyle, burnundan soluyarak konuşur oldu.
Bunda bir miktar gençliğin toyluğunun etkisi olsa bile bu küresel bir projeydi sanki. Türkiye bu oyuna bir daha gelmemeli. Dinine sövenlere gösterilen kadar olsun asgari saygıyı diyanet işleri başkanına göstermeli. Ona zaman ve fırsat tanınmalıdır.
TASAVVUF, KONUŞMAK DEĞİL OLMAKTIR.
Tasavvuf demek edep demektir. Kal değil, hal ilmidir. Konuşmak değil olmaktır. Had bilmektir. Kendisi için istediğini başkaları için de isteyebilmektir... Daha bunlar gibi onlarca Nebevi etvarı kuşanmaktır. Kim bilir bu güne kadar tefsir, hadis, fıkıh uzmanlarının yapamadığını belki de bir tasavvuf uzmanı yapacak; yöneteceği kurumun müftü, vaiz ve hocaları ile insanımızın gönlüne girecek proje ve eylemlerde bulunarak gençliğin intibahı adına olumlu katkılar sağlayacaktır.
Mevlana ve Hüdayi uzmanlığı belki de tasavvufun kuşatıcı ezoterik bakış açısı ile kurumun dar fıkhi, mezhepçi yapısından uzaklaşarak, Anadolu irfanının yeniden inşasına öncülük edecek. Sözden çok hal diliyle yapılan tebliğin farkını göstererek özlediğimiz manevi iklimin oluşmasına zemin hazırlayacaktır.
Doktoradan danışman hocam Prof. Dr. Mustafa Altunkaya’nın dediği gibi; “Tasavvuf olmadan İslam kültürünün derinlerine nüfuz etmek mümkün değildir.”(**) İnancım, temennim, hüsnü zannım bu merkezdedir. Hayırlı olsun. Rabbim yar ve yardımcısı olsun.
………
(*) Doğan Şahin, Düşünen Düşer, 87 vd.
(**) Altunkaya Mustafa Dr., Tefsirde İşaret, İsfahanlı Ali b. Yahya es-Semerkandi’nin Bahru’l –Ulum’undaki İşari Yaklaşımı, Doğu Araştırmaları Dergisi, Sh.87, İst., 2014
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.