dore okulları
Malatya
26 Nisan, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.54
  • EURO
    34.95
  • ALTIN
    2454.8
  • BIST
    9879.15
  • BTC
    64171.57$

Uluslararası politika ve güç

03 Eylül 2021, Cuma 10:35
Uluslararası politika ve güç
 




Güç Uluslararası Politikanın en temel kavramlarından biridir. Uluslararası alanda yer alan devletlerin her biri egemen varlıklar olduğu için hukuksal olarak hiçbir devlet diğerinin üzerinde yer alamaz. Nasıl ki hayvan olmak hasebiyle bir fil ve sivrisinek arasında fark bulunmaz, aynen öyle de bütün devletler uluslararası hukuk karşısında eşit aktörler olarak yer alırlar. Fakat fil ve sivrisinek arasındaki devasa işlevsel fark gibi elbette devletler arasında da fonksiyonel açıdan büyük farklar bulunur. İşte devletler arasındaki bu farklılığın neden olduğu hiyerarşi güce göre belirlenir. 

“Haklının mı güçlü, yoksa güçlünün mü haklı olduğu” aforizmasını tartışmayı felsefecilere bırakırsak, uluslararası politikada güçlünün haklı olduğu bir düzenin işlediği aşikârdır. Yani çoğunlukla gerçek hayatta olduğu gibi uluslararası alanda da güçlü olanın borusu öter. Bu güç hiyerarşisi ise başta ekonomik güç olmak üzere, askeri güç ve politik güce göre belirlenir. 

Bunlar arasında ekonomik güç diğer güç kategorilerini de beslediği için oldukça önceliklidir. Devletler arasında ekonomik gücü ölçmenin çok sayıda ve tartışmalı yolları olsa da Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla denilen GDP’nin bir ekonomik güç göstergesi olduğu konusunda uzlaşı vardır. Birleşmiş Milletlere kayıtlı 193 ülke arasında ekonomik güç açısından ilk 20 içinde yer alan ülkeler beğensek de beğenmesek de dünyanın patronlarıdır. Geriye kalan 173 ülke trenin arka vagonları arasında yer alır. Bunlar arasındaki 120 ülkenin nüfusu ise zaten 10 milyondan azdır. Bu nedenle Birleşmiş Milletler Genel Kurulu olmasa bu ülkelerin esamisi bile okunmazdı. 

Bu ilk yirmi içinde yer alan ilk on ülke ise bir nevi süper lig sayılır. İkinci onluk grubu ise birinci lig olarak düşünebilirsiniz. Türkiye, Osmanlının yıkılış döneminden bu yana bu ikinci grubun arka sıralarında yer almaktadır. Buna göre süper ligde yer alan ülkeler zaman zaman bazı küçük farklılıklarla birlikte ABD, Çin, Japonya,  Almanya, İngiltere, Hindistan, Fransa, İtalya, Kanada ve Güney Kore’den oluşuyor.  Bu ülkeler dünya ekonomisinin, nüfusunun ve askeri harcamalarının da yarısından fazlasını ellerinde tutuyorlar. 1945’den günümüze ekonomik açıdan dünya liderliğini elinde tutan ABD ise artık bu yıldan itibaren ekonomik sıralamadaki yerini Çin'e kaptırmış durumda, fakat yarış burun farkıyla devam etmektedir. 

Şimdi bu noktada ABD’nin küresel hegemonyayı da Çin’e kaptırdığını yani Çin’in yeni dönemin küresel gücü olabileceğini düşünebilirsiniz.  Fakat bu erken bir yorum olur. Çünkü ekonomi uluslararası alanda önemli bir güç unsuru olmakla birlikte her şey anlamına gelmiyor. Bu ayrımı açıkça ortaya koymak için Sert Güç (Hard Power), Yumuşak Güç (Soft Power) diye bir tanımlama yapılmış. Sert Güç askeri ve ekonomik kapasiteyi içerirken, Yumuşak Güç bir devletin kültür, siyasi değer ve dış politika önceliklerinin diğer toplumlar tarafından benimsenerek taklit edilmesi anlamına gelir. O nedenle tüm dünyada insanlar özellikle gençler İngilizce yerine Çince öğrenmeye çalışıp, şarkılar söyleyip, Çin filmleri izleyip, Çin’in siyasi değerlerini savunmaya, taklit etmeye başlamadığı sürece; tatil ya da eğitim hayallerini Çin süslemediği, ülkesinde başı sıkışanın planlarında Çin’e kaçıp yerleşmek bulunmadığı sürece bir Çin hegemonyasından söz etmemiz mümkün olmaz.  Bu konuda ABD ve Batı'nın hala önde olduğu da herkesin malumu. 

Şimdi hazır sözü Yumuşak Güçten açmışken bunu biraz daha derinleştirelim. Tarihte sırayla antik Mısır, Hititler,  Antik Yunan, Romalılar dünyaya hakim olmuş ve uluslararası alanı sert ya da yumuşak güçleriyle etkilemişlerdir. Ardından bayrağı yedinci yüzyılda Abbasiler ve Emeviler, on üçüncü yüzyıldan sonra ise kısa bir süreliğine Moğollar, Selçuklular, ardından Fransızlar ve daha sonra Osmanlılar teslim almışlardır. Çin’in kültürel etkisi ise hem tarihte hem de günümüzde güney ve güneydoğu Asya’da bazı devletler üzerinde görülüyor. 16’nci yüzyılın sonundan itibaren ise Osmanlılar gerilerken İngilizler ekonomik ve askeri anlamda yükselişe geçmiş buna karşın 19’ncu yüzyılın yumuşak gücünü Fransızlar ellerinde tutmuşlardır. Bu yıllarda Osmanlı elitlerinin arasında bile Fransız adet ve görenekleri rağbet görmüş Fransızca kültürün, edebiyatın ve diplomasinin dili olmuştur. Almanların hiç yakalayamadığı bu fırsatı ise 20’nci yüzyılda ABD ele geçirirken kendi ekonomik ve askeri gücüne Yumuşak Güç olarak İngiliz etkisini katmıştır. 

Bugün Fransız ve İngilizlerin veya İngiliz kültürünün taşıyıcısı olan ABD’nin pek çok ülke üzerinde sahip olduğu Yumuşak Gücünü açıklamak oldukça zordur. Çünkü Fransa ve İngiltere zamanında sömürge olarak ellerinde tuttukları ve her türlü zulmü işledikleri ülkeler üzerinde bugün hala etkilidirler. Eski Fransız sömürgelerinden oluşan ülkelere Frankofon denilirken, eski İngiliz sömürgelerine ise İngiliz Milletler Topluluğu denilmektedir. Örneğin Batı Afrika ülkelerinin çoğu Belçika, İsviçre, Kanada, Yunanistan, Ermenistan, Ukrayna, Fas, Tunus, Mısır, Kamboçya gibi 88 ülkede hem Fransızca konuşulmakta hem Fransız kültürü özellikle elit tabaka tarafından benimsenmektedir. Bu ülkelerde bürokraside iyi bir konumda olmak istiyorsanız üniversite eğitimini Fransa’da yapmış olmanız size büyük avantaj sağlar. 

İngiliz Milletler Topluluğu ise içinde Pakistan, Hindistan, Malezya, Bangladeş gibi eski İngiliz sömürgesi Müslüman ülkelerin de yer aldığı 53 ülkeden oluşuyor. Bu ülkelerde İngilizce resmi dil olarak yer alırken yönetimden, hukuk sistemine kadar her şey İngilizlerin bakiyesidir.

Benzer durumu eski Sovyet Bağlısı ülkeler üzerindeki Rus etkisi içinde söylemek mümkündür. Kazakistan’da bir kongre için bulunduğum sırada bölgedeki Türk Cumhuriyetlerinden gelen akademisyenlerle oturduğumuz yemek masasında bir süre sonra sohbet Rusçaya dönünce öylesine ortada kalakalmıştık.  Bu ülkelerin elit kesiminde ve gençlerinde Rus hayranlığını görünce şaşkınlıktan kendimi alamamıştım. 
Şimdi burada sorulması gereken sorular şunlar: gerek Frankofon ve gerekse İngiliz Milletler Topluluğuna üye devletlerin her birinin ilgili ülkelerle olan sömürge geçmişi, hem de hiç iyi anılar içermeyecek şekilde ortalama yüz yıllık bir süreyi kapsarken, eski sömürge olan bu ülkeler üzerinde gönüllü Fransız ve İngiliz etkisini nasıl açıklarız? Aynı şeyi Rusya ve Orta Asya’da ki Türk cumhuriyetleri için de soruyorum. 

 İkincisi Osmanlıdan kopan elli civarı ülkenin her biri yüzlerce yıl bu devletin egemenliğinde yaşamışken şimdi neden yeryüzünde bir Osmanlı ya da Türk Milletler Topluluğu bulunmuyor? Irak, Suriye, Ürdün, İsrail, Kuveyt, Mısır, Libya, Tunus gibi daha pekçok ülke ortalama 300-400 yıl gibi uzun süre Osmanlı hâkimiyetinde kalmışken neden bu ülkelerde bugün Türkiye’nin Yumuşak Gücünden söz edemiyoruz?

Bu soruların cevabı elbette oldukça kapsamlı bir değerlendirmeyi gerektiriyor. Özellikle son soruya odaklanacak olursak bu sorunun biri olumlu diyebileceğimiz, diğeri ise biraz can sıkıcı iki cevabı var. Öncelikle Osmanlılar hükmettikleri topraklara ne Türkçe'yi ne de bir Osmanlı yaşam kültürünü hatta siyasal ve hukuksal sistemini dayatmayıp bu ülkelerin yerelden kendi geleneklerine ve inançlarına göre yönetilmesine izin vermiştir. Buna literatürde Osmanlı Millet Sistemi deniliyor. 

Diğer cevap ise biraz can sıkıcı gelebilir. Çünkü aslına bakarsanız Osmanlı egemenliği altında tuttukları bu devletleri kültürel açıdan etkileyecek bir özgün yapı inşa edemediği gibi edebiyatta Fars ve ilimde Arap kültürünün etkisi altında kalmaktan da kendisini kurtaramamıştır. O nedenle bugün uluslararası politikada öncü bir rol oynamak, dağınık İslam coğrafyasını toparlayıcı bir rol üstlenmek arzusu taşırken bu stratejiyi destekleyecek bir sosyolojik ve politik bir taban bulamıyoruz. O nedenle burada kısaca değinmiş olduğum tüm bu gerçekleri göz önüne alarak dış politika yürütmekte fayda var.