dore okulları
Malatya
24 Nisan, 2024, Çarşamba
  • DOLAR
    32.52
  • EURO
    34.80
  • ALTIN
    2420.3
  • BIST
    9710.24
  • BTC
    66407.4$

Uluslararası politika ve vizyon

09 Ağustos 2021, Pazartesi 07:55
Uluslararası politika ve vizyon
 

Günümüzün popüler kavramlarından biri olan vizyon kısaca gelecekte kendinizi görmek istediğiniz ya da olmak istediğiniz yer olarak tanımlanabilir. Nasıl ki her insanın cemiyet içinde kendini görmek ve göstermek istediği bir kameti bulunur, uluslararası alanda da her devletin kendine biçtiği böyle bir rolden söz etmek mümkündür. Buna İngilizce’de Grand Strategy denilir ve Türkçe ’ye Genel Strateji olarak çevrilmiştir. Bu Genel Strateji her devletin adeta tüm davranışlarına sirayet eden onu yönlendiren ve biçimlendiren, hükümetler üstü devlet karakteridir. Örneğin ABD kendini demokrasinin mucidi, özgürlükler ülkesi ve tüm insanlık için yol gösterici, Tanrı tarafından seçilmiş bir ulus olarak görür. Bu tarz düşünceye Uluslararası Politikada İstisnacılık (Exceptionalism) deniliyor. Batının en dindar ülkelerinden biri olan ABD bu düşüncesini Hz İsa’nın Celile’de verdiği bir vaazda geçen Tepe Üzerindeki Şehir (City upon a Hill) söyleminden türetmiştir. ABD’yi oluşturan ilk kolonilerden birinin önderi olan Püriten Avukat John Winthrop yapmış olduğu bir motivasyon konuşmasında ilk yerleşimcilerin bu yeni dünyaya adeta “tepenin üzerindeki şehri”  kurmaya geldiklerini ifade etmiş ve bu ifade Amerikan siyaseti için çağlar üstü bir politik vizyon haline dönüşmüştür.  Bazı yazarlar ise ABD’nin kendine biçtiği bu kurtarıcı ulus rolünün aslında Avrupa’dan kalan Napolyonik bir miras olduğunu ve sömürge yıllarının misyonerci anlayışını yansıttığını yazar. 

Benzer bir anlayışı Rusya’da, Fransa’da,  Almanya’da, İngiltere’de, hatta Japonya gibi ülkelerde de görmek mümkündür. Tarihte büyük devletler genellikle genişleme ihtiyaçlarını böyle bir idealizm üzerine inşa ederek toplumlarını savaşa sevk ve teşvik etmişlerdir. Ruslar, Büyük Rus Çarlığı altında birleşmiş bir dünyanın barışa ulaşacağına inanmışlar, Fransızlar bu ülkü ile Napolyon’un peşinde Avrupa’yı kasıp kavurmuşlar, Japonlar dünyanın refah ve sulha ulaşmasının; ancak güneşin oğlu olan imparatorlarına bütün dünyanın tabi olmasıyla mümkün olacağına kendilerini inandırarak uzun yıllar Asya’nın korkulu rüyası haline gelmişlerdir.

Bu örnekleri Roma, Emevi, Abbasi ve Osmanlı imparatorluklarını da içerecek biçimde genişletebiliriz. Roma’nın Batı üzerindeki tesiri nedeniyle Napolyon, Mussolini ve Hitler gibi farklı ülkelerin liderlerinin her biri kendi dönemlerinde Roma’yı yeniden diriltme hevesiyle dünyayı kana bulamışlardır. Emevi ve Abbasi imparatorlukları da Avrupa’ya ve Horasan bölgesine yaptıkları akınlarda İslam’ı yaymayı bayrak edinmişler, kendilerini İla’yı Kelimetullah davasının taşıyıcıları olarak savaş meydanlarına vurmuşlardır. Aynı şekilde Osmanlı Devleti de genişlemeye olan ihtiyacını gaza geleneği ve ila’yı Kelimetullah’a dayandırılmış, bu motivasyonla sürekli Batı’ya seferler yapmıştır. 

Gelgelelim ki, bu medeniyet yayma hevesi, Arnold Toynbee’ye göre; 21 medeniyetten on beşini yeryüzünden silmiştir. Müslümanlık ise Emevi, Abbasi ve Osmanlının akın ettiği Avrupa’da değil tüccarların barışçı ticaret ilişkileri geliştirdiği Doğu ve Güney Doğu Asya’da daha çok yayılmış ve kalıcı hale gelmiştir. Nitekim günümüzde Müslümanların sadece %35’i Ortadoğu’da yaşarken %65’i bu bölgelerde yaşar. Arapların Avrupa’da kurdukları Endülüs Devleti dört yüzyıl yaşamasına rağmen geride İslam’ın esamisi bile okunmayacak biçimde Avrupa’dan silinmiştir. 

İslam tarihinin ilk dönemlerinde bile İlay-ı Kelimetullah’ın ne Bedir, ne Uhud ne de Hendek savaşlarıyla değil Hudeybiye Barışıyla yayıldığını görüyoruz. Nitekim verilmek istenen imajın aksine İslam’da savaş değil sulh esastır. Dinin ismi bile “Sulh” dan gelir. Savaş ancak bir hakkın savunulması konusunda başka seçenek kalmazsa başvurulan sınırlandırılmış bir yöntemdir. Kuran’da savaşa izin verilen ilk ayet olan Hac Suresi 39. Ayette “Kendilerine savaş açılan Müslümanlara, zulme uğramaları sebebiyle cihat için izin verildi. Şüphe yok ki Allah’ın onlara yardım etmeye gücü yeter” denilmektedir. Ayrıca Bedir Savaşı sırasında indirilen Enfal Suresinde ise “ Eğer barışa yanaşırlarsa sen de yanaş ve Allah’a güven; O her şeyi işitendir ve bilendir.”(61) denilerek savaş durumunun bir an önce kesilmesi yönünde tavsiyeler verilmiştir.

Kuran’ın hiçbir yerinde Müslümanlara dünyayı ele geçirerek İslam’ı yayma görevi verilmemiştir. Çünkü İslam teolojisi kurtuluşun habercisi olarak tüm insanlığın dönüşmesi fikrine dayalı değildir. İslam’a göre dünyada ne kadar insanın Müslüman olduğunun bir önemi yoktur. Bu fikir, İncil’de “bir yanağına tokat atana diğer yanağını çevir” diyecek kadar tarihin en barışçı Peygamberinin öğretisini,  “birinci bin yılda Avrupa, İkinci bin yılda Afrika ve Amerika, üçüncü bin yılda da Asya’nın Hristiyanlaştırılması” vizyonuna dönüştürecek kadar tahripkâr olan Papalık din devletinin icadıdır.

Bu hedefi ise kendileri için demokrasi havariliğine çeviren ABD, Fransa ve Rusya gibi devletlerin medeniyet getirmek için girdiği yerler ise iddialarının aksine tarumar olmuş, arkalarında bıraktığı kaos ise bir daha iflah olmamıştır. 

Özetle diyebiliriz ki, uluslararası politikada medeniyet, demokrasi, barış yayma hevesi ile savaşa, askeri ve siyasi müdahaleye motive olan ülkelerin durumu, kendini unutup başkalarını düzeltmeye çalışan kişinin durumu gibidir. Ülkeleri ve milletleri birer kibir abidesi haline getiren bu tarz vizyon, geride kan, göz yaşı ve tahripten başka bir şey bırakmamaktadır. 

Tarih boyunca istila kültürü üzerine inşa edilmiş Batı medeniyeti,  geriye kalan tek ciddi rakip medeniyet olarak İslam medeniyetini, kendi kendine yarattığı haklı bir nedene dayanarak alt edebilmek için sürekli kavga ortamına çekmeye çalışmanın yollarını aramaktadır.

“Âlimlerin mürekkebinin, mizanda şehitlerin kanından daha ağır geldiği” ikazını unutan İslam dünyası ise Ribat ayetleri diye bilinen Enfal/60 ve Al-i İmran/200 ayetlerindeki “sabırlı olun, dayanışma içinde olun ve hazırlıklı olun” tavsiyelerini, Batının silah sanayisinin en önde gelen müşterileri olun, birbirinize karşı silahlanın ve dış politikalarınızda atarlı gençler gibi hareket edin şeklinde anlamış olacak ki, günümüzde Batının haber ajanslarının sıcak haber kuşağını İslam dünyasından kaos haberleri işgal etmektedir.

Bu manzara karşısında Türkiye ve İslam dünyasının çok ciddi bir aydınlanmaya ihtiyacı vardır. Kendi içimizde boğuşmayı bırakmaz ve her işi alıştığımız şekilde değil yeni ve doğru  bir anlayışla ele almazsak tarihin herkese tanıdığı fırsatı bir kez daha kaçırma tehlikesiyle yüz yüzeyiz. Hamaset bizi kurtarmaz. Yahudilerin zannı gibi kimse “kutsal kavim” ya da “seçilmiş halk” değildir.