dore okulları
Malatya
25 Nisan, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.56
  • EURO
    35.03
  • ALTIN
    2424.4
  • BIST
    9722.09
  • BTC
    64267.61$

Vüsûl

16 Temmuz 2021, Cuma 08:48
Vüsûl




Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla...
Ne üzüm, ne şarap, henüz hiçbir şey yokken; ruhları sarhoş eden neydi?
Neydi; tereddüt dahi etmeden canından, canânından, tüm cihândan vazgeçiren?
Neydi; asırlardır pervaneyi ateşe, bülbülü güle meylettiren?
Kâinattaki her zerreyi yüzyıllardır, asırlardır; yorulmadan, karışmadan, çarpışmadan ve dahi ayrışmadan, nizâmla, intizâmla, tek bir hâl üzere lisânlarınca döndüren?
Soralım ta içimize, neydi; akılla akledilemeyen, rakamlara sığmayan o kalbin sırrı...
Ahsenü'l Kasas buyurulmuş, Yusuf Suresinde; o sırra ithâfen...
Âlem ki O'nun hatrına yaratılmış ve "Aşk imiş her ne varsa âlemde..."
Bundandır ki aşkın zuhûru; Basîr, Semî ve Kelâm iledir.
Görmüyor, duymuyor, konuşmuyorsan; körsün, sağırsın, lâlsın ama aşık değilsin.
Önce görebilmek. Göz; cemâl ister. Cemâli gördüğünü görmek ister. Görenin göz değil; göstermek için olduğunu tasdik ister. Ve ebedî seyir zuhûr eder...
Sonra duyabilmek. Kulak; sadâ ister. Sadâyı duyduğunu duymak ister. Duyanın kulak değil; duymak için olduğunu ispat ister. Ve bitimsiz hitâb-ı izzet akseder...
Ve söz. Söz; muhatap ister. Muhatabın sözünü anlamak ister. Anlayanın akıl değil; gönül olduğunu mühürlemek ister. Ve sonsuz muhabbet tecellî eder...
İşte o zaman aşk, seni senden soyan, sarhoşluktan ayıltan, aklınla, bedeninle seni ten kafesinde kalmaktan kurtaran, bu rüyâ âleminden ebediyete uyandıran cevher hükmüne geçer.
O cevher aşktır; insanın aslını, özünü bulma sevdasıdır.
Çünkü insan, benliğinin zâhirindeki, maddi kesâfetindeki muhabbetiyle alâkalı bir çırpınmanın içerisinde yer alırsa, sahte aynalar etrafında kendi sandığı vehimlere aldanır.
Halbuki aşk, sınanmaktır adl-i ilâhide, canını yağmalarcasına. Nasûh kisvesiyle samimî bir tövbedir. Sonsuz diriliştir ölümler eşiğinde. Fenâ yurdundan ve oraya ait bedenden ayrılıp, ruhu dâr-ı bekâya kavuşturmak, emâneti sahibine ulaştırmaktır.
O cevhere erişmek için Hz. İnsan'ın, aşkın mânevi cazibesine kapılarak ve kendi enâniyetinden geçerek, kuruntularından arınması için Allah'ın ona lûtfettiği mânâ ikrâmına şükrüdür.
Lâ ilahe illallah, Muhammedû'r Râsulullah'ı sadece bir söz zannetme; O ki, aşkın ta kendisidir.
Çünkü tevhîd; ancak aşk ile elde edilecek bir makâmdır. Aşk ancak imâni teslimiyetle erilebilecek vahadır.
Allah'ı tahkik ile kabul etmenin adı imân değildir; zira müşrikler de Allah'ı kabul ediyor, yerin ve göğün sahibi kim diye sorulunca Allah diyorlar; ama muhabbetleri yok, samimiyetleri yok, ne yazık ki ihlâsları yok. İmân tasdîkle, muhabbetle, ihlâsla Allah'ı birleyerek kabul etmek, O'ndan razı olmaktır.
Peygamberlere muhabbetle, meleklere muhabbetle, kitaplara muhabbetle, ahirete muhabbetle, kaza ve kadere muhabbetle tam bir ihlâs ile imân etmektir. Bilmek mevzu olunca; papaz da biliyor. Hüner; muhabbetle bilmekte, ihlâs ile bulmakta, imân ile olmakta.
Sen ve O varsa; mecâzisin, benlik esâretindesin.Sen yok, yalnızca O varsa; ölümün öldüğü yersin, ebedî dirisin.
Hariçte arama; özünde ara, ruhunda. Onu bulamadan ölme. İlle de öleceksen; aramakla meşgul iken öl. Aşk, kavuşamasa da; maşukunun yolunda ölmektir.
Seni senden arındırarak, o mânânın peşinden giderken, meşakkâtleri zerre hissetmeyecek derecede muhabbetle ve şevkle teslim olduğun sahadır; hakîki aşk.
Cenâb-ı Hakk'ın irâdesinin tecellîsine vesile olan muhabbeti aramaktır. Bu sebeple ubûdiyyet; aşk yolculuğudur. Hakîki ubûdiyyet ise ömür boyu, Allah'a meftun olarak yaşamanın adıdır. Ölünceye dek Allah'a tam bir ihlâs ile o istikâmette yürümektir. Sürüne sürüne, zorla çekiştirilerek gitmek değildir. Muhabbetle, koşa koşa, canı pahası Allah'ına gitmektir. Rab olarak Allah'tan razılığın izhârı için bu gayretin adına aşk denir. Dolayısıyla muhabbetsiz ubûdiyyet olmaz.
Aşk seni hilkâtinin aslına, ubûdiyyetin muhabbetine ulaştırıyorsa aşktır; ulaştırmıyorsa bâtıldır. Nitekim hz. insanı kulluktan düşüren muhabbetlerin hiçbiri aşk olamaz. O yüzden de mâşukunun hakîki olması gerekir. Mâşuk-i hakîki, hz. insanı kulluktan düşürmeyen sevgilidir.
O sevgili ki, iki cihân güneşi Râsulü Kibriyâ Efendimiz'e (s.a.s) olan muhabbetimizde, o hakîki aşkta yürüyüp yürümediğimizin ayinesidir.
İnsan bu şer-i şerîfi, mecburiyetler ve zorunluluklar manzûmesi olarak görürse netice vermez.
Ama Cenâb-ı Hakk benden ne istiyor, O'nu nasıl râzı ederim gözüyle bakar, Efendimizin (s.a.s.) şeriâtıyla nazar ederse; şer-i şerîfin her hükmü bir aşk destanı olur.
Bu minvâlde insan, kendisine benlik vererek bekâya erdirirse; Firavunlar, Ebu Cehil'ler, kâfirler, müşrikler çıkar. Allah bâkidir düsturuyla yaşarsa; enbiyâlar, evliyâlar, velîler, hakîki müminler çıkar. Rabbü'l Âlemîn'in bekâsına meftûn olarak ebedîyyeti isteyen, kaybolup gitmek, O'nun rızasını kaybetmek istemeyenler ancak mümin-i kâmil olur, sıddîyk olur, nebî olur, şehît olur, şûheda olur.
Aşığı aşık yapan derdidir. Derdi, tasası süflî; umdukları, diledikleri alçak ve zelîl olanların aşık olması, kâmîl-i insan vasıflarını üstlenmesi hayâllerden de öte hayâldir.

Aslı odur ki; Hz. Âdem'in sâfiyeti, Hz. Nuh'un felâhı, Hz. İbrahim'in necâtı, Hz. İsmâil'in kurbiyeti, Hz. Musa'nın kelîmiyeti, Hz. İsâ'nın ruhiyeti, tüm kitabullahın kelimeleri, Kur'ân'ın mânâsı, nûru, lûtfu, cemâli ve celâli hepsi zatında birleşmiş, ittifâk etmiş, başka hiçkimsede bu saltanat ve ulûhiyyet tecellî etmemiş; gönüller, tüm semâvat ve âlemler kâinatın Efendisi Hz. Habîb-i Hüdâ Efendimiz (s.a.s) ile Allah'ın sonsuz ilmine, hilmine, muhabbetine garkolmuş ve O'nun nûruyla dolmuştur.
Ve her kimin sûreti insan, sîreti kâmil ise elbette ki bu nur-u Muhammedî aşk cevheri onda vuku bulmuştur.
Velhasıl; "Zat-ı Hakk'da mahrem-i irfân olan anlar bizi,
İlm-i sır'da bahr-i bi-payan olan anlar bizi,
Bu fena gülzarına talib olanlar anlamaz;
Vech-i baki hüsnüne hayran olan anlar bizi..."

Vesselâm...